" Okuyorum biteviye…” bu sözler
çıkıverdi dimağımdan , ZORBA romanını okurken. Bir yerlerde okumuş ve aklımda
kalıvermişlerdi… Biteviye, sözcüğünü daha önce hiç duymamıştım, fakat hoşuma
gittiği için, yeni olduğundan belki, unutamamışım.Hem yeni sözcükler keşfetmeye
bayılırım…
” Okuyorum biteviye…” Bu cümleyi şöyle yorumlamıştım; okumaktan zevk
almıyorum, fakat , yarım bırakmak istemediğim için, kitabı, hikayeyi, metni vs.
bir an önce bitsin diye okuyorum.
Biteviye, bitirmekle, nihayetlendirmekle bağlantılı bir söz olduğunu
sanmıştım.
ZORBA romanını, okumaktan keyif alamadım, yarım kalmasını istemediğim için
devrettim. Biteviye okudum…Biteviye, sözünü ilk kez kullanıyorum ve hiç lügata bakmadığımı
frak ettim. Sözcüğün gerçek anlamını öğrenince, güldüm, bazen, tanımadığım
sözcüklere, kendim, mana uydurduğum oluyor. Velhasılıkelam, biteviye -
tekdüze, monoton, sıradan, anlamına geldiğini öğrendim.
Biteviye sözcüğü, ZORBA romanının okuma serüvenimin tam olarak karşılığı
oldu. Roman uzun zamandır okuma listemde yer alıyordu, hakkında pek çok
methiyeler duymuş ve okumuştum, fakat ne yazık ki ben kitabı okumaktan keyif
alamadım, hiç heyecan duymadım.
Bir roman beni ne zaman heyecanlandırır? Romanı elime almak için
sabırsızlandığımda, gelişen olayları merak ettiğimde …
Romanlar, bana göre tabii ki, ya çok güzel, gerçeğe yakın kurgulanmalı, ya
da hakikaten yaşanmış olayları anlatmalı…Kandırılmayı sevmem. Romanların içine
girmeyi, kahramanlarla tanışmayı, onları anlamayı ve en önemlisi, inanmayı
seviyorum, işte o zaman bir romanı okumaktan haz alıyorum.
Zorba romanının, ana kahramanı, altmış beş yaşlarında olan Aleksi Zorba,
bana çok zorlanmış bir karakter geldi, hiç inandırıcı değildi. Yazar, hayatın
anlamını sorgulayarak, kendi felsefesini ortaya koyarak , bir ihtiyar bilge
yaratmaya çalışmış, ancak ben inanamadım...
Kitap beylik sözlerle dolu, okunması oldukça kolay, ancak nedense bu sefer bu sözleri
okumaktan sıkıldım… Bir romanda, güzel sözler okumak hoşuma gider, hatta onları
alıntılarım, not ederim, romanın kurgusu içinde örülmüş bu sözlerle
karşılaşmayı severim, ancak sözler hikayede yaşanan olayları desteklemiş olması
gerekir.
Nikos Kazancakis, beylik sözlerinden oluşan bir roman yazmış adeta,misal her
sayfada aşağıda verdiğim örnekler bulunur;
" Aşk, belki yeryüzündeki en kuvvetli
sevinçtir"
" Kendini kurtarmanın tek yolu başkalarını
kurtarmak için çabalamaktadır"
" Bu dünyanın birçok zevkleri vardır;
Kadınlar, meyveler ve düşünceler." Bir erkek bakış açısıyla…Yazar,
kadınları “dişi domuzlar", “ paraya tapan şeytanlar”
ve erkeklerin zevki için yaratılmış olmalarını o kadar yoğun anlatmış ki, midem
bulandı zaman zaman.
"İnsan olmak özgürlük demektir"
" Ben ölünce hepsi ölür."
" Bir mutluluğu yaşarken onu kavramamız
zordur; ancak o geçip de arkamızabaktığımız zaman,
birdenbire biraz da hayranlıkla, ne kadar mutlu olduğumuzu anlarız."
" Sanat, gerçekte bir büyü oyunudur. İçimizde
pusuya yatmış, karanlık güçler oturmaktadır;öldürmek,
yıkmak, öç almak, saldırmak için her zalimce davranışımızda, sanat tatlı flütüyle
gelip bizi kurtarıyor"
" Namussuz kadınların müthişbir burunları
olduğunu ve hangi erkeğin kendilerine hasretlik çektiğinin,
hangisinin ise nefret ettiğinin, hemen kokusunu aldıklarını söylemek istiyorum"
ZORBA’nın son sayfayı kapattıktan sonra, aklıma, Ömer Hayyam'ın bir
rubayesini düştü;
hayyam! eğerşaraptan mest olmuş isen mutlu ol.
bir ay yüzlü ile oturmuş isen mutlu ol.
madem ki dünya işinin sonu yokluktur.
farz et ki yoksun ama madem varsın mutlu ol.
Kazancakis'in romanın özeti bu dörtlükten ibaret,
bana kalırsa.bir ay yüzlü ile oturmuş isen mutlu ol.
madem ki dünya işinin sonu yokluktur.
farz et ki yoksun ama madem varsın mutlu ol.
Adaçayı, nane, günnük ve kekik kokan Girit adası fonunda bu dörtlüğün felsefesini, işlemeye çalışmış bir roman.
Romanda, ben en çok Girit adasını sevdim.