17 Ekim 2014 Cuma

MİLYARDER - MİCHEL DE SAİNT PİERRE




Uzun zamandır bu kadar güzel kitap okumadım…

“Servet, mutlulukla katiyen bağdaşmayan bir şey” mi ? sorusuna cevap bulmaya çalışan, çok ama çok güzel bir roman.

Hikayeyi çok beğendim. Kahramanlar o kadar güzel anlatılmış ki, ben Michel de Saint Pierr’e hayran kaldım. Atilla Tokatlı da müthiş çevirmiş doğrusu, Türkçemizin tüm zenginliğini ortaya koymuş ve ben okumaktan çok büyük haz aldım.

Roman hakkında ne yazabilirim bilmiyorum, hissedebilmek için okumak gerekiyor…Yine de kendim için, kahramanları ve bazı olayları Yazarın sözleriyle , az biraz tanıtmak geliyor içimden.



 Romanın, isminden de belli olduğu gibi bir milyarderi var…
“Pırıl pırıl siyah bakışlı”, kısa boylu elli dört yaşındaki Georges Fabre Simmons. “Hangi durumda olursa olsun , hiçbir zaman şaşkınlığa düşmeyen, küçük insanlara kaba ve küçümseyerek davran(a)mayan” başarılı bir sanayici . Simmons kendisi için “Modern zamanların en büyük macerası, aile babasıdır…”diyor. Yazar , biz okurlara kahramanını şöyle anlatıyor ;“ İlhamla yürüyen bir bilim adamı gibidir Fabre Simmons, şair hayal gücüne sahip bir mantıkçıdır.”
Fabre Simmons çok ince zevke sahip bir insan evini, bürosunu nasıl dekore ettiğini okurken hayalimde canlandırabildim . Paradan çok kudrete sahip olmak isteyen, tam bir Richard Wagner hayranıdır.
“ Dinlemek sanatında da ustaydı Fabre Simmons”, dinleyebilen insanlara her zaman gıpta etmişimdir…
Yirmi küsur yıl karısına âşık bir adam ve kendisi şöyle anlatıyor ; “Françoise ilk gördüğümde, otuz bir yaşımdaydım. Dört hafta sonra da evlendim kendisiyle.”
“ Yay kemanı bulur gibi birbirini bulan, bir körün dudakları suya kavuşur gibi birbirine kavuşan iki vücudun o gizemli teması…Kısa ve hızlı ilişki düşkünlerinin hiç bir zaman tadamayacağı cinsten bir uyumdu bu.”
“ Evlilik hayatındaki bu ahenk, hayatının en büyük tutkularından olmuştur daima.”
İşine ve ailesine tutkun bir adam…Ama kendisi de söylediği gibi, bir ahtapot değil ve her yere aynı zamanda yetişmesi mümkün olamıyor, zaman zaman ailesini ihmal edebiliyor.

Francoise, kırk yaşlarını biraz geçmiş, zarif, yeşil gözlü, erkeklerin çekici bulduğu bir kadın…Çocuklarına düşkün bir anne…
“Nasıl yükseldin bu kadar?” soruyor bir keresinde, Francoise, kocasına;
“Sırlarımdan biri şu: Çok hızlı çalışırım ben ve kararlarımı daima yavaş yavaş almışımdır… Sonra da sezginin bu işteki payını katiyen unutmayalım. ”
Fabre Simmons, karısını “hükümdarlara lâyık hediyelere boğar, arzularını önceden sezip gerçekleştirme yoluna giderdi” bunun yanında karısını çok kıskanmaktadır, seven kıskanır derler, Simmons kıskançlığını şöyle dile getiriyor; “Kıskanç olmayanlar, kıskançlığın verdiği o incelmiş azabı hayal bile edemez…ve o sessiz kaygıyı, ormandaki vahşi hayvanlar gibi büzülüp saklanmağa koyulmuştu içinde. Ama yeniden geleceğini, uzun bir zulmü önceden seziyordu bütün açıklıyle”

Françoise, yeterince özgür olmadığını düşünüyor ve bunu kocasına anlatmayı deniyor, oysa Fabre Simmons kadınları anlayamadığı gibi, şu kadın- erkek diyalogunun güdüklüğünden acı duyuyor; "çünkü kabullenemiyordu bir türlü bu güdüklüğü.” Bu dudmu da anlayamıyor bir türlü;“ Hem aile güvenliği ister karılarımız bizden, hem de kişisel özgürlük.”

Faber Simmon’un iki çocuğu var, oğlu Roland ve kızı Cecile…Güzeldi kuşak arasındaki çatışmaları okumak…“ Bunların konuşmalarında ise ne gramer arayacaksın, ne imlâ! Sanırım kullandıkları kelimelerin sayısı yüzü aşkın değildir” – diyor baba, genç kuşak insanlar için.

Faber Simmon’un hem dostu hem de şirketinde çalışan Pierre Mazade kahramanımız;
“Sınırsız bellek gücü, diplomatik yatkınlığı , keskin gözlemci ve amansız eleştirici kafasiyle, eşi bulunmaz bir katalizör oluşu ” patronuna son derece yararlı ve ailenin içine girebilen nadir çalışanlardan birisidir. Aynı zamanda Mazade bir yazardır ve yazmak için zaman ayırması için sadece yarım gün çalışmaktadır .Fabre Simmons onu şöyle tarif ediyor; Şüpheci, alaycı, tembel, keyfine düşkün, kötü yürekli, ama belki de birisine candan bağlanan ve engin kültüre sahip birisi. Bence her iş adımına böyle renkli bir danışman gerek...Gülüyorum.
“ Aşkın karşısına daima yenik düşmeğe mahkûmdur insanoğlu” diyor Pierre Mazade,
kendisinin yenik düştüğü gibi...

Marcel Sangalles romanın diğer milyarderi, “yakasında daima kırmızı karanfil takar”
Son derece zeki yetmiş iki yaşında bir sanayici. Onun yaşamı ise şöyle; "Şu sırada üç kadınla birden yaşıyor üstat: Altmışlık bir Kanadalı hatun, kırk yaşında bir Fransız, ve…ve on altı yaşında Zenci kızı…”

Fabre Simmons’un son derce çirkin, kızıl saçlı sekreteri Sophie Blachard kahramanımız da var… Her insanda, güzel bir şey vardır, görmek isteyen için ve sekreterin “ uzun, ince, alabildiğine güzel bir ele” sahip olduğunu öğreniyoruz romanın sonlarında…
Yazar, Fabre Simmons’un bakımlı ellerinden söz ediyor, romanın başlarında, bu ayrıntıyı atlamadım, çünkü ben de önemserim insanların ellerini…

Bu romandan kolay kolay unutamayacaklarım;

Ateşe verilen, Roland’ın “en güzel kızlara bile tercih ettiği ” zeytin yeşili Triumph arabası…

“Simsiyah kocaman inci, beyaz atlastan yuvasının ortasında şeytani bir parıltıyla ışıldıyordu”

Ege denizinde satın alınan çok güzel bir ada ve bu adayı dolduracak mutluluk bulunabilecek mi?
Sorusunun cevabı, anca okuyanlar bulabilecektir.

12 Ekim 2014
Bursa

AŞK ÖLÜMDEN UYANIŞTIR - TESS GERRİTSEN

 


Kitap okumayı sevdiğim kadar, kitap araştırmayı da severim, yeni yazarlar keşfetmeye bayılırım… Bir kitap sitesinde Tess Gerritsen ismine tesadüf ettim, ilgimi çekti, Yazarın kitaplarına ve okur yorumlarına biraz baktım. Tess Gerritsen, Çin asıllı Amerikalı Yazar, 1953 doğumlu ve tıp doktoru olduğunu öğrendim. Daha önceleri okuduğum Mario Mazzanti’yi anımsattı bana Gerritsen ve bir kitabını okumaya karar verdim. Günümüzde yaşayan iki doktor, sonradan polisiye roman yazmaya karar vermişler, biri İtalyan, diğeri Amerikalı, biri erkek, diğeri kadın, ilginç bir okur macerası olacaktı benim için. Aynı zaman dilimi içinde paylaştığımız bu dünyanın, kendi yaşadığım coğrafyada veya herhangi bir başka yerinde yaşayan yazarlarının kitaplarını tanımak istiyorum.




 Tess Gerritsen’in, okurları tarafından en az beğenilen romanını okuyarak başlamak istedim, nedenini tam bilmiyorum…Belki de birkaç romanını okumak istediğim için, beğeni grafiğimi yükseliş yönünde olmasını tercih ettim. Ya da fazla gerilim okumak istemediğim için… Tam bilmiyorum, sonuçta AŞK ÖLÜMDEN UYANIŞTIR, romana karar verdim. Kitap ismi tuhaf geldi ve Gerritsen’in romanına koyduğu ismi merak ettim… Tabii ki yukarıdaki isimle yakından uzaktan ilgisi yok. Romanın orijinal ismi ;Keeper of the Bride (Her Protector)

Romanı çok çabuk devrettim, çünkü okunması kolaydı. Fazla gerilim ve heyecan olmadan, romantik film tadındaydı okuduklarım yine de Gerritsen’in üslubunu sevdim. Polisiye romanlarında, illa katili veya faili benim bulmam gerekmiyor…Failin kim olduğunu tahmin etmem veya yanlış tahminlerden sonra öğrendiğimde şaşırmam şart değildir, önemli olan, katilin gerekçeleri ve yöntemleri ilgimi çekiyor olması. İşte burada Gerritsen benim ilgimi çekmeye başaramadı, failin gerekçeleri bence çok basite indirgenmişti…Hikayede daha çok gizem olabilirdi.Bu muydu failin gerekçesi yani! hayretle ve hüsranla, dedim kendi kendime…

Yine de romanı okumaktan keyif aldım.

Okuduğum tüm polisiye romanlarında, kahraman polisimiz hep bekardır, bekar olmasa bile ya karısı ölmüştür, ya ayrılmışlardır, bir şekilde yalnızdır. Evli polis, polisiye romanlarında hiç tercih edilmediği karakter olsa gerek, düşüncesi tebessümler içinde geçti aklımdan, kitabı okurken. Hayatta aşk olmazsa sıkıcıdır…Bir romanda aşk yoksa ben okumaktan sıkılıyorum. Aşkın, gerçek aşkın, özünde sadakat ve dürüstlük olduğu için, polis kahramanımızın da kaçınılmaz yalnız olması gerekiyor galiba…

Amerikan aile ilişkileri hakkında düşünceler geçti aklımdan; Nina’nın annesi ve kocaları, babası ve karıları…Geniş aile kavramı, bizim Türk geniş aile kavramından çok çok farklı. Bizlerde bağlar çok sıkı, onlarda ise fazla gevşek…Dengeyi iyi kurmak gerekiyor.

"Sam, ona kendi varlığını kendi başına anlamlandırma anlayışı aşılayan bir annesi olduğu için şanslıydı."Bu cümleyi okuduğumda, oğullarım benim için ne düşünürler diye merak ettim.

22 Eylül 2014 tarihinde, büyük oğlum beni telefondan aradı ve Boğziçi Caz Korosu mülakatını geçtiğini ve koroya kabul edildiğini söyledi…Sesindeki heyecanı hissedebildim ve gözlerim yaşardı. Harika bir tenor olduğu konusunda yanılmamıştım. Çocuklarımın müzikle uğraşmalarını çok istedim, sadece kendileri için olsa bile, elimden geleni yaptım ve küçükken onları zorladığımı dahi inkar edemiyorum… Bu gün için her iki oğlum, müzik dolu yaşam içinde olmaları bir dayatma sonucu mu bilmiyorum. ( Küçük oğlum Uludağ Üniversitesi Konservatuar piyano 1 sınıf lisans, Özgür Ünaldı'nın öğrencisi.) Baskıcı anneleri hiç sevmem, ama ben de böyle bir hata yapmış olabilir miyim diye kendime soruyorum şu an… Sonuçta annelik de öğrenilen bir şey ve hiçbirimiz ailelerimizi seçemiyoruz.

Kitaba dönecek olursam, romanın girişi, olayların gelişimi ve sonu güzeldi…Mantık hatası yoktu, ben çok iyi bir polisiyeyim iddiası da yoktu. Yumuşak , anlaşılır ve hoş bir üslupla yazılmıştı. Tercümesi de belki çok çok güzel olduğu için bu hissi uyandırdı bende. Romanda birkaç kez “önünde sonunda” ikilisi kullanılmış ve doğru olarak yazılmışlardı. Bahar Yaldız Çelik’i tebrik edemeden geçemiyorum, çünkü çevirileri ben, çok ama çok, önemsiyorum. Kitap ismi her ne kadar tam olmamış olsa da, ben de itiraf etmem gerekirse daha uygun isim bulamadım, Gelinin Koruyucusu, biraz acayip kaçardı.

Sanırım bu son buluşmam olmayacak Tess Gerritsen ile…


2 Ekim 2014
Bursa