Tehlikeli Masallar, Ahmet Altan’dan okuduğum dördüncü roman. Sırasıyla, Aldatmak, Kılıç Yarası Gibi ve Son Oyun romanlarını okudum ve beğeni grafiğim, yükselen yönde, aynı sırayı takip etti. Tamamen tesadüf sonucu, Türkçe dilinde okuduğum ilk Türk Yazar Ahmet Altan oldu. ( Daha önce Bulgarca dilinde tercümelerini okuduğum Yazarlar; Reşat Nuri Gültekin’i, Sabahattin Ali’yi, Aziz Nesin’i tanıyordum, fakat orijinallerini okuyamamıştım.) Ahmet Altan’ın akıcı dili, hikaye örgüsü ve özellikle kadın betimlemeleri beni tesiri altına aldığını inkar edemiyorum. Türkçe dilinde kitap okuyamama korkumu, Aldatmak romanı ile aştığım bir gerçek ve bu yüzden Ahmet Altan’ın bende yeri farklı. İlkler hakikaten iz bırakıyorlar, hâlâ, hatırlıyorum iç sesimin tezahüratlarını; Okuyabiliyorum, Türkçe okuyabiliyorum, keyif alarak, anlayarak okuyabiliyorum!
Kitap okumak istediğim halde, dile hakim olmadığımdan, okuyamamanın ıstırabını, yaşamayan bilemez.
Ahmet Altan’ın üslubunda beni cezbeden bir şeyler var, bu yüzden kitap okur maceralarımda, zaman zaman onunla buluşmayı seviyorum, yine de kendimi, Yazarın hayranı olarak değerlendirmiyorum.
Tehlikeli Masallar’ı 7 Şubat 2015 tarihinde okumaya başladım ve 31 Mayıs 2015 tarihinde devrettim. Romanı sadece Bursa – İstanbul yolculuklarım arasında okudum.
Bir parçam İstanbul’da yaşadığından,(büyük oğlum orada üniverisite okuduğundan) kendimi az biraz İstanbullu sayıyor oldum 2013 yılından bu yana... Kocaman gülümsedim, son satırımla birlikte. Dört ay içinde bir romanı tamamen yolda bitirdiğime göre, epeyce sık gidiyor olmuşum… Özellikle mayısın son haftası, aynı hafta içinde , iki kez üst üstte İstanbul’daydım, Hadımköy İstanbul sayabilirsek tabii… Gülüyorum. Hadımköy, Pelikan Hill projesinde iş aldık ve artık sadece gezi amaçlı değil, iş nedeniyle de İstanbulludayız. Açık söylemem gerekiyorsa, gözüm korkmadı değil, İstanbul’da yaşamak kabus gibi…
Şimdi, birisi bu incelemeyi okumayı kalksa, yazdıklarım hakkımda ne düşünür bilemem tabii, yine de, Ona, küçük açıklama borçlu olduğumu hissettim. Ben öncelikle kendim için yazıyorum ve son yıllarda teknolojik gelişmelerin verdiği imkanlarla, kitap günlüğümü, sanal okurlarıyla paylaşıyor oldum. Okuduğu kitaplar hakkında düşüncelerimi yazarken, kısacık, kitabı okuduğum anlarda yaşadıklarıma da değiniyorum. Hem doğru Türkçe yazma egzersizleri yapıyorum, ki iş yerimdeki yazışmalarıma çok faydası oluyor, hem okuduklarım hakkında notlar almış oluyorum, hem hayatıma değişik renk katmış oluyorum ve bu rengi çok sevdiğimden, keyif almış oluyorum…
Birden, Ahmet Altan’ın romanında küçük yazar – çocuğu hatırladım… Yaşıtlarıyla oyun oynamak yerine, hiç arkadaşı olmayan ve geleceği yazmaya çalışan çocuğu… İnsanları yazmaya iten nedenlerden birisi , yalnızlık mı ? sorusu geçti aklımdan.
Roman içinde roman, yalnızlık ve aşk hakkında okuduğum güzel kitaplardan birisiydi Tehlikeli Masallar. Aşk ile yalnızlık arasında kalan, nilüfer çiçeğine benzeyen, yazar kahramanımızın hikâyesi.
Çok etkileyici pasajlar vardı romanda, duru, temiz, anlaşılır Türkçesiyle, bu sefer Ahmet Altan bana okuma şöleni yaşatabildi ve İstanbul trafiğini çekilebilir kıldı. Bir yerde okumuştum ki; trafikte asla okunamayan kitaplar vardır, ben bu düşünceye katılıyorum. Bazı romanlar vardır misal, trafikte okumaya kıyamazdım, fakat Tehlikeli Masallar hem boyut, hem konu olarak bana çok güzel dakikalar yaşattı.
Ahmet Altan, kadınları çok güzel anlatıyor…Bir kadının nasıl makyaj yaptığını yazmış ve ben gözlerimi fal taşı gibi açarak okudum…Pes doğrusu, ben kendim yaptığım makyajı bu kadar güzel anlatamazdım! Bu nasıl olur! Kadın ruhunu, kadınlardan bile daha güzel anlatan bir adam… Biz kadınlar, insanoğlunun, çok daha renkli olan yarısıyız, ben kadın kahramanı olmadığı filmleri izlemekten hoşlanmadığım gibi kitapları da okumaktan sıkılırım…Yine de kadınlarla pek anlaşamam. Gülüyorum…
Ahmet Altan, tam dört kadını anlatmış; Zübeyde, Sevda, Berrin ve adı kimi Eylül, kimi Prenses olan, para karşılığı bedenini satan kadını…Her birini, ayrı ayrı çok güzel anlatabilmiş. Ahmet Altan’ın gözlem yeteneğine hayran kaldım.
Okuduğum tüm yazarların, özel hayatlarını merak ederim. İstisnalar hep vardır ve Ahmet Altan benim için bu konuda bir istisna…Hiç okumadım özel hayatını, okusam, kitaplarını okuyamazdım gibi geliyor. Köşe yazılarını da hiç okumadım. Hayatında çok mu kadın vardırdı ki bu kadar iyi tanıyabilmiş onları?! Ya da hayatında çok sevdiği bir kadın vardı o kadar çok sevdi ki onun ruhunun derinlerine kadar tanıdı…Ya da sadece hayalindeki kadını anlattı, aradığı ve gerçekte hiç bulamadığı…Bilmiyorum.
Romanda serpiştirilmiş masallar vardı, bir tanesini Yılan Prens olanı hiç duymamıştım, ya da unutmuştum, çok güzeldi. Hakikaten her birimizin üstünde kırk gömlek vardır ve birbirimizi tanıdıkça, gömlekler birer birer azalır, soyundukça karşımıza ya prens/prenses ya da yılan çıkar…
2 Haziran 2015-
Bursa