30 Temmuz 2013 Salı

KARDEŞİMİN HİKAYESİ - ZÜLFÜ LİVANELİ




Zülfü Livaneli uzun süre, sebepsiz, uzak durduğum bir Yazardı. Daha sonra 2008 yılında Mutluluk ve 2011 yılında Serenad romanlarını okudum.  Yazarın üslubundan, net ifadelerinden, Türkiye’deki gerçeklerin anlatımından, benzer düşünceler paylaştığımızdan, etkilendiğimi  inkar edemiyorum.  Buna rağmen Livaneli’yi  bir yazar olarak kendime  yakın hiç hissedemedim.
Romanlarında temiz Türkçe kullanmasına  ve rahat okunması yanında, kurguda ciddi boşluklar ve duyguların okura geçişinde sıkıntı olduğunu  okuduğum son romanla  daha net farkına vardım. 
21 Temmuz 2013 tarihinde devrettim, Kardeşimin Hikayesi’ni, hikayeye dahil olamadığım gibi,  aralarda  köşe yazısı okuyormuşum hissine kapıldım. Livaneli, kitabında  pek çok roman isimlerinden, yazardan,  roman kahramanlarından, şarkılardan ( Via Con Me gibi), tanınmış  isimlerden (Alvar Aarto gibi )  söz etmiş ve bu durumu  abartılı buldum;Ben çok okudum, çok bilgiliyim, genel kültürüm çok farklı boyutta , diye haykırıyordu satırlar âdeta. Yazarımızın, bilgisine , kültürüne elbette ki saygım vardır, fakat  kendini bu kadar kasması tuhafıma gitti. Bir roman, beni başka bir romana götürmesini seviyorum, ama  Livaneli dozu kaçırmış ve arada bir, roman değil , edebiyat  ödev  kompozisyonu okuyormuşum gibime geldi. Demek istediğim,verdiği bilgiler  konuyla ilgili bir köşe yazısında yakışabilirdi bir ihtimal, fakat  romanda , biraz önce söz ettiğim gibi, Yazar âdeta  entelektüel kimliğinin  reklamını yapar gibiydi, en azından bana öyle geldi. Oysa, gerçek entelektüellerin hep bir yanı mütevazılık olduğuna inanmışımdır.
Kardeşimin Hikayesi, bana hayal kırıklığı yaşattı…Zülfü Livaneli cinai roman yazmasın bana kalırsa. Her ne kadar, amaç cinai roman yazmak  olmasa da,  bu motif  de, pek çok konu gibi havada kalmış.  Aslında hikaye iyi  başladı ve kitabın ilk sayfalar ilgimi çekmeye başardı…Ancak, sonrası tam  bir fiyaskoydu.Bana eleştirmek düşmez elbette, anacak ben kitabı, edindim, okudum, çaba sarf ettim ve okur olarak, hissettiklerimi, kendim için yazıyorum.
Kardeşimin Hikayesi’nde pek çok boşluklar ve aceleye getirilmiş konular vardı, bir romandan beklediğim heyecanlı kurgu yoktu. Ahmet Arslan ve köpeği Kerberos dışında , diğer tüm roman kahramanları çok silikti ve hayalimde canlanamadılar. Hele Olga ve Lüdmila’yı hiç sevemedim. 

 Livaneli, romanının yazılmasının başlangıç noktası bu cümle olduğunu söylüyor; “İnsanların duyguları olmasaydı her şey ne kadar kolaylaşırdı 

Bu imkansız olduğu için, romanında, Livaneli en güçlü duygulardan, aşkı, kendi bakış açısıyla   anlatmayı hedeflemiş. “ "Aşk dünyadaki en tehlikeli, en öldürücü  duygudur" diyor ve Ahmet'in Olga'ya karşı duyduğu  tutkulu aşkı, daha doğrusu  kara sevdayı anlatıyor, ancak hiç inandırıcı olmamış, daha doğrusu ben hiçbir şey  hissedemedim okurken, oysa kara sevdanın,  az çok ne olduğunu biliyorum. 

 “Seversin, kavuşamazsın, aşk olur”,  Aşık Veysel,  bana göre, aşkın en doğru tanımını  yapmış. Zülfü Livaneli de  bu yönde  düşünüyor ve hatta şöyle izah ediyor; "Kavuşursa aşk, biçim değiştiriyor; dostluk, arkadaşlık, dayanışma, ortak anılar, ortak mücadele öne çıkıyor." Ben yaşadığım için  bu durumun benim için gerçek olduğunu biliyorum.  

Kardeşimin hikayesi  özlü sözlerle dolu...Kitap  okurken, aralarda serpilmiş bu sözleri bulmayı seviyorum,  romanın kurgusu içinde  yaşanan olaylarla desteklenmiş olurlarsa anlam kazanmış oluyorlar,  oysa  Livaneli bu konuda da abartmış, her konuda söyleyecek bir sözü var...

" Hiçbir şey kendiliğinden zehirli değildir; Zehri, yapan dozdur  demişti Pierre Rey. Bu sözü seviyorum, çünkü dengenin  her konuda önemini  çok güzel anlatıyor.
 

Kardeşimin Hikayesi'nde,   Monte Kristo  Kontu  romanından izler bulmak, beni kitaptan iyice soğuttu.
 
Teoman'nı bir sözü geldi aklıma; "Eski şarkılarım, yeni şarkılarımı dövmeye başladılar". İşte bu  durum bence çok acı.Bir sanatçının yarattığı eser bir öncekinden daha kötüyse, hem sanatçının kendisi için hem, de onu sevenler ve hayranları için büyük hayal kırıklığı…
 
 
 
Hamiş:
 

Kitabı henüz okumaya başladığımda 6 Temmuz 2012 tarihinde  İstanbul’da geçirdiğim çok güzel bir günü hatıralarıma işlemek istiyorum…Kitap çantamda olduğu için sessiz şahitti…Önce İstinye Parkında yapmak istediğim her şeyi gerçeğe dönüştürdüm…Sevdiklerimle birlikte, rüya gibi harika bir gün geçirdim. 6 Temmuz akşamı ise şaşkınlıklar içinde  Belgrad Ormanlarında,  kocamın halasının kızının düğününe katıldık…Belgrad Ormanlarını duymuştum  daha önceden ve büyükçe bir park sanmıştım. Oysa İstanbul’un göbeğinde böyle bir ormanla karşılaşacağım hiç aklıma gelmemişti…Belgrad Ormanlarına hayran kaldım.

 

18 Temmuz 2013 Perşembe

KUSURSUZ - JUDİTH McNAUGHT



Bir karışıklık sonucunda, yanlışlıkla,  CENNET - V. C. Andrews  yerine,  CENNET - Judith McNaught romanını edindim.
Yanlış kitap aldığımı fark edince üzülmedim, çünkü kitap satın almayı çok seviyorum.Bazan özellikle aradığım kitapları ediniyorum, bazan ise ismini daha önce hiç duymadığım, o anki ruh halime uygun kitaplar satın alabiliyorum…Misal en son satın aldığım kitaplardan birisinin ismini  hiç duymadım, hakkında yazılan hiçbir şey okumadım. ÖLMEK İÇİN KÖTÜ BİR GÜN, ismi de beni cezp etmedi. Satın alma nedenim neydi peki?  Kitabın ikinci Yazarı;David Ellis. Daha önce Yazarın ismini hiç duymamıştım, ancak ismi, küçücük puntoyla,   oldukça büyük punto James Patterson’un adının altında yazılmıştı. Adı küçücük punto ile yazıldığına göre, D. Ellis'in kitaba katkısı o oranda mıydı ? sorusu düştü aklıma. İki yazardan yazılmış bir kitap okuduğumu hatırlayamadım ve merakımı gidermek istedim. Son çıkan kitaplara bakarken, yazarların isimleri farklı puntoda yazılmış olması dikkatimi çekti, sonra tuhafıma gitti ...D.Ellis'a haksızlık olmuş gibime geldi ve romanı satın almak geldi içimden. Okur muyum? Şu an  bilmiyorum, sırası gelirse okurum.
Velhasılı kelam, yanlış CENNET’i, internetten, İzmir – Parşömen Sahaf’dan, satın aldım. Hazır CENNET’i   sanal sepete atmışken, Yazardan   bir romanını daha almayı  ihmal etmedim -  KUSURSUZ. Kitaplar kargoyla geldiklerinde, paketin içinden bir içimlik , ambalajlı granül kahve çıktı. Şaşırdım tabii, Parşömen Sahaf; Bir kahvenin kırk yıl hatırı vardır, atasözünü mü hatırlatmak istemişti?!  Bilemiyorum tabii, bir kitap okura , küçücük bir hediye…
Girizgah uzun, çünkü  KUSURSUZ hakkında  yazılacak fazla bir şey yok. Bir aşk masalı daha…Sanırım Judith McNaught’tan üst üste iki roman okumak  bana biraz fazla geldi. Yine de bir çırpıda okuyuverdim… Kitabı 5 Temmuz 2013 tarihinde devrettim.
 Geçmişi belirsiz olan, Zack Benedict,  karısını  öldürmekle suçlanan, hüküm giymiş bir Hollywood film yıldızı.  Beş yıl hapis yattıktan sonra ,yolunu bulup firar ediyor.

Julie, on yaşında  hâlâ  okuma yazma bilmeyen,  Chicago sokaklarında hırsızlık yapan ,  bebekken terk edilmiş bir yetimken,  iki erkek evladı olan Madison ailesi tarafından evlat ediniyor…  Teksas'da, küçük bir kasabada yaşayan Madison ailesi, kızın  yeni ve  sıcak yuvası oluyor. Kız, bu iyi insanlara layık olabilmek için elinden geleni yapıyor.  Julie, zamanla, kasabada,  örnek ve herkes tarafında sevilen  genç bir kız  haline geliyor. Okulunu başarıyla tamamlıyor ve  kasabadaki okulda  öğretmen olarak hayatına devam ediyor.

Romanın tanrısı, bu iki sıra dışı insanı, bir araya getiriyor ve aralarında alevlenen aşkı konu ediyor. İnandırıcılıktan  çok uzak bir kurguydu ve  ben  uzun bir  masal niyetine okudum. 
Yazar, KUSURSUZ’un  ikinci bölümünde, CENNET romanın  kahramanları Mat ve Meredith'e küçük  rol vermiş, eh  onların  fırtınalı aşkları  geride ( CENNET romanında )  kalmış,  dingin, mutlu ,huzurlu, varlık içinde, çocuklarıyla birlikte hayatlarına devam ettiklerinin bilgisi  geçiyor. Dizi roman...
Judith McNaught  sanırım bir daha okuyamayacağım.Yine de   bu hoş karışıklık sonucunda, iki romantik, film tadında, roman devrettim ve hâlâ hayatta olan bir Yazarı ve üslubunu tanımış oldum.
KUSURSUZ, ilk  1993 yılında  yayımlanmış, özellikle  baktım romanın yazıldığı tarihe, çünkü, romanda, ABD okuma yazma bilmeyen yetişkinlerden söz ediyordu Yazar.  Bu bilgi ilginç geldi bana.Julie, öğretmenlik yaptığı okulda, gece , okuma yazma bilmeyen yetişkinlere, gönüllü olarak,  dersler veriyor. Yetişkinlerin , daha çok kadın, okuma yazma hevesleri beni heyecanlandırdı. Hayatta okuyabilmenin ne büyük  mutluluk olduğunu vurguluyor Yazar. İnsan bazan, elinde olan nimetlerinin farkında olamayabiliyor, çünkü onları  doğal karşılıyor.
Judit McNaught’dan iki roman okudum, fakat   bana, Onu hatırlatacak bir alıntı yapmadığım farkına vardım, uzun yazımı, benim de katıldığım, romandan bir söz ile noktalıyorum;

Bir insanın mutlu olması için ailesinin hayır duasını alması şarttır. Ailenin senden nefret etmesi, lanetlemek gibi bir şeydir.” 

3 Temmuz 2013 Çarşamba

CENNET - JUDİTH McNAUGHT


Bir varmış, bir yokmuş evvel zaman içinde , kalbur saman içinde, Meredith  adında çok güzel, çok akıllı, başarılı,  altın  kalpli, cesur, alçak gönüllü  ve üstelik   Bancroft Mağza zincirinin  tek varisi bir kız varmış. Bu kadar artılara karşılık , Meredith, annesiz büyümüş . Baba, eski görüşlü, otoriter, baskıcı,  kızına mutsuz çocukluk yaşattığı gibi, annesini de tanıma fırsatı vermemiş.

 Meredith on sekiz yaşındayken, bir partide karşısına  çelik işçisi  Matthew Farrell  çıkar…Matt,  kızımıza göre  bir alt  sosyal sınıftan ,  fakat çok  zeki, kararlı, esprili, çalışkan,  cesur, dürüst, gururlu, cömert, ailesine bağlı, kadın ruhundan anlayan,  atletik yapılı ve yakışıklı  25 yaşlarında  bir genç…Bu özellikleri sayarken, gülmekten kendimi alamadım.

Romanın kahramanları Meredith ve Matt…  Hoş, romantik film tadında bir aşk masalı…

Kitabı 3 Haziran 2013 tarihinde okumaya başladım ve 23 Haziran 2013 tarihinde, pazar günü devrettim. Dil basit olduğu için hızlıca okunuyor. Ayrıca, bazen  bu tür  mutlu roman- masalları  okumak,  zihnimi dinlendiriyor.

Kendimi bildiğim bileli, masalları çok seviyorum; hem dinlemeyi, hem okumayı…Okumayı öğrenmeden önce canım anneciğim bana çok masal anlatırdı ve okurdu…En sevdiğim masal hangisi diye sordum kendime şu an?

Karar vermek zor tabii… O kadar çok ki…Yine de bir isim verem gerekiyorsa şu an aklıma Küçuk Mouk masalı düştü.Henüz okumayı bilmiyordum  bu masalla tanıştığımda…Küçük Mouk’un sihirli terlikleri vardı, onu, hızlıca,  istediği yere ulaştırabiliyorlardı…O terliklerden ben de bir gün edinmeyi hayal etmiştim. Küçük Mouk, dinlediğim  en sıra dışı masallardan birisiydi… O  eşek kulakları  çıkartan incir meyvesini çok merak etmiştim.Masalda adı geçen yediverenin, Türkiye’de yaşamaya başladıktan sonra ilk kez tatmıştım…

Masallar , çocukluğumuzda, sorgusuz sualsiz  inandığımız  kocaman büyülü bir dünya, büyüdükçe masallardaki  iyinin ve kötülüğün  mecazi anlamları fark ediyoruz, yaşlandıkça ise  masalların  dünyasında gizleniyoruz…

Ben, CENNET, hakkında yazacaktım, konuyu dağıttım. Roman hakkında yazılacak  fazla bir şey yok…Aşka ikinci şans tanıyan, romantik bir film. Kitaptan, bu gün için hatırladığım sadece  bir sembol var , bir erkek elinin avucuna bir kadının eli…

Asıl bu romanın kendisine  ulaştığım yol çok komik oldu, çünkü  bu romanı edinmeye niyetim yoktu. Kitap zevkine güvendiğim bir okur, okumasitesi.com adresinde, CENNET adlı roman hakkında,  bir not yazmıştı, ancak , yazarın adıni bildirmemişti. Kitabı merak ettim ve internette  küçük araştırma sonucunda karşıma çıkan ilk  Cennet adlı roman Judith McNaught’a ait olduğunu gördüm ve kitabı hemen edindim. Daha sonra, okurun söz ettiği kitap, farklı  bir CENNET olduğunu öğrendim. Okuduğum not, meğer V. C. Andrews’- CENNET'i içinmiş…

Yanlış trene binenler, bavullarını karıştıranlar, isim benzerliğinden kişileri  karıştıranları duymuştum…Bu sefer ben kitapları karıştırdım.

Bu hoş karışıklık sayesinde bir Yazar tanımış oldum ve hakikaten okurken dinlendiğimi hissettim. 

Judith McNaught (d. 14 Mayıs, 1944) Kitapları, 30 milyondan fazla basılmış ve New York Times en çok satanlar listesine birkaç kez girmiş, ABD'li, aşk romanları yazarı. 19 yy'ın ilk başlarında, İngiltere'de geçen tarihi aşk romanları ile bu tarz romanların öncüsüdür. Daha sonra 50'den fazla yazar Judith McNaught'un izinden giderek, aynı stilde yazmaya başlamışlardır. Ayrıca CBS radyo kanalının ilk kadın yapımcısıdır.

 


 

Kitapları 30 milyondan fazla basılmış… Bu rakamlar pek çok şey söylüyor. İnsanlar mutlu olmak istiyorlar... Kim istemez ki ?

Judith McNaught hayatını merak ettim ve netten ulaştığım bilgilere göre, ilk kocasından ( diş doktoru )  boşanmış,  bu evlilikten iki çocuğu varmış. Daha sonra, onu yazmaya teşvik eden ikinci kocasını, trafik kazasında kaybetmiş...Hayat böyle, her şey insanlar için, mutluluklar da, mutsuzluklar da…
Ben her şeyin bir bedeli olduğuna inanıyorum.