Zülfü Livaneli
uzun süre, sebepsiz, uzak durduğum bir Yazardı. Daha sonra 2008 yılında
Mutluluk ve 2011 yılında Serenad romanlarını okudum. Yazarın
üslubundan, net ifadelerinden, Türkiye’deki gerçeklerin anlatımından, benzer
düşünceler paylaştığımızdan, etkilendiğimi inkar edemiyorum.
Buna rağmen Livaneli’yi bir yazar olarak kendime yakın hiç
hissedemedim.
Romanlarında
temiz Türkçe kullanmasına ve rahat okunması yanında, kurguda ciddi
boşluklar ve duyguların okura geçişinde sıkıntı olduğunu
okuduğum son romanla daha net farkına vardım.
21 Temmuz 2013
tarihinde devrettim, Kardeşimin Hikayesi’ni, hikayeye dahil olamadığım gibi,
aralarda köşe yazısı okuyormuşum hissine kapıldım. Livaneli,
kitabında pek çok roman isimlerinden, yazardan, roman
kahramanlarından, şarkılardan ( Via Con Me gibi), tanınmış isimlerden
(Alvar Aarto gibi ) söz etmiş ve bu durumu abartılı buldum;Ben çok okudum, çok bilgiliyim, genel
kültürüm çok farklı boyutta , diye haykırıyordu satırlar âdeta.
Yazarımızın, bilgisine , kültürüne elbette ki saygım vardır, fakat
kendini bu kadar kasması tuhafıma gitti. Bir roman, beni başka bir
romana götürmesini seviyorum, ama Livaneli dozu kaçırmış ve arada bir,
roman değil , edebiyat ödev kompozisyonu okuyormuşum gibime geldi.
Demek istediğim,verdiği bilgiler konuyla ilgili bir köşe yazısında
yakışabilirdi bir ihtimal, fakat romanda , biraz önce söz ettiğim gibi,
Yazar âdeta entelektüel kimliğinin reklamını yapar gibiydi, en azından
bana öyle geldi. Oysa, gerçek entelektüellerin hep bir yanı mütevazılık
olduğuna inanmışımdır.
Kardeşimin
Hikayesi, bana hayal kırıklığı yaşattı…Zülfü Livaneli cinai roman yazmasın bana
kalırsa. Her ne kadar, amaç cinai roman yazmak olmasa da, bu
motif de, pek çok konu gibi havada kalmış. Aslında hikaye iyi
başladı ve kitabın ilk sayfalar ilgimi çekmeye başardı…Ancak, sonrası tam
bir fiyaskoydu.Bana eleştirmek düşmez elbette, anacak ben kitabı,
edindim, okudum, çaba sarf ettim ve okur olarak, hissettiklerimi, kendim için
yazıyorum.
Kardeşimin Hikayesi’nde pek çok boşluklar ve aceleye getirilmiş
konular vardı, bir romandan beklediğim heyecanlı kurgu yoktu. Ahmet Arslan ve
köpeği Kerberos dışında , diğer tüm roman kahramanları çok silikti ve hayalimde
canlanamadılar. Hele Olga ve Lüdmila’yı hiç sevemedim.
Livaneli, romanının yazılmasının başlangıç noktası bu cümle
olduğunu söylüyor; “İnsanların duyguları olmasaydı her şey ne kadar
kolaylaşırdı"
Bu imkansız olduğu için, romanında, Livaneli en güçlü duygulardan,
aşkı, kendi bakış açısıyla anlatmayı hedeflemiş. “ "Aşk
dünyadaki en tehlikeli, en öldürücü duygudur" diyor ve Ahmet'in
Olga'ya karşı duyduğu tutkulu aşkı, daha doğrusu kara sevdayı
anlatıyor, ancak hiç inandırıcı olmamış, daha doğrusu ben hiçbir şey hissedemedim
okurken, oysa kara sevdanın, az çok ne olduğunu biliyorum.
“Seversin, kavuşamazsın, aşk olur”, Aşık Veysel,
bana göre, aşkın en doğru tanımını yapmış. Zülfü Livaneli de bu
yönde düşünüyor ve hatta şöyle izah ediyor; "Kavuşursa aşk,
biçim değiştiriyor; dostluk, arkadaşlık, dayanışma, ortak anılar, ortak
mücadele öne çıkıyor." Ben yaşadığım için bu durumun benim için
gerçek olduğunu biliyorum.
Kardeşimin hikayesi özlü sözlerle dolu...Kitap
okurken, aralarda serpilmiş bu sözleri bulmayı seviyorum, romanın
kurgusu içinde yaşanan olaylarla desteklenmiş olurlarsa anlam kazanmış
oluyorlar, oysa Livaneli bu konuda da abartmış, her konuda
söyleyecek bir sözü var...
" Hiçbir şey
kendiliğinden zehirli değildir; Zehri, yapan dozdur” demişti Pierre Rey. Bu sözü seviyorum, çünkü
dengenin her konuda önemini çok güzel anlatıyor.
Kardeşimin Hikayesi'nde, Monte Kristo Kontu
romanından izler bulmak, beni kitaptan iyice soğuttu.
Teoman'nı bir sözü geldi aklıma; "Eski şarkılarım, yeni
şarkılarımı dövmeye başladılar". İşte bu durum bence çok acı.Bir
sanatçının yarattığı eser bir öncekinden daha kötüyse, hem sanatçının kendisi
için hem, de onu sevenler ve hayranları için büyük hayal kırıklığı…
Hamiş:
Kitabı henüz okumaya başladığımda 6 Temmuz 2012 tarihinde İstanbul’da geçirdiğim çok güzel bir günü
hatıralarıma işlemek istiyorum…Kitap çantamda olduğu için sessiz şahitti…Önce İstinye
Parkında yapmak istediğim her şeyi gerçeğe dönüştürdüm…Sevdiklerimle birlikte,
rüya gibi harika bir gün geçirdim. 6 Temmuz akşamı ise
şaşkınlıklar içinde Belgrad Ormanlarında, kocamın halasının kızının düğününe katıldık…Belgrad
Ormanlarını duymuştum daha önceden ve büyükçe
bir park sanmıştım. Oysa İstanbul’un göbeğinde böyle bir ormanla karşılaşacağım
hiç aklıma gelmemişti…Belgrad Ormanlarına hayran kaldım.