5 Şubat 2025 Çarşamba

BEYAZ AT

2025 yılının, ilk seyrettiğim film Günün Geceye Borcu…Film 2012 yapımı ve bunca yıl ben böylesine güzel filme tesadüf etmemişim…

Eskiden daha çok zamanım vardı sanki, daha çok kitap okurdum, daha çok film izlerdim, daha çok tiyatroya giderdim ve daha çok sosyal aktivitelere katılırdım…İnternetin olumsuz yönlerine sarmadan ve esas konuyu kaynatmadan hemen bu mevzudan uzaklaşıyorum…

Kitap hakkında yazacaktım, film de nerden çıktı, şöyle, filmde bir sahne var, kız oğlana okuması için bir kitap veriyor…Hemen düştüm o kitabın peşine ve Beyaz At olduğunu öğrendim…Buradaki blog köşemde kitap hakkındaki düşüncelerimi paylaşmamışım, eski notlarımı buldum ve olduğu gibi o an yazdıklarımı paylaşıyorum ;

Beyaz At,17 Şubat 2013 tarihinde okumaya başladım ve 27 Eylül 2015 tarihinde devrettim...Zaman ne kadar çabuk geçmiş, sanki sadece bir kaç ay önce okumaya başlamışım gibi gelmişti.Kitap bunca zaman hep başucumdaydı ve arada başka kitaplar okumuş olsam da, Michel hep aklımın bir köşesindeydi...

Çoğu zaman tek kitap okumam, çocukluğumda da durum böyleydi. Açgözlülükten mi, daha çok kitap okuma isteğimden mi, ya da okul dönemimde zorunlu okumam gereken ve bana sıkıcı gelen bazı edebi eserlerin arasında kendi seçimlerimi serpiştirerek daha keyifli şeyler okuyabilmek için eskilerden kalan alışkanlıktan mı, kişilik özelliklerimden mi, sebebini tam bilmiyorum, fakat aynı anda birden fazla kitap okuyorum hâlâ…

Elsa Triolet ismini daha önce hiç duymamıştım…Teknolojik gelişmeler ve sanal ortamlarda oluşan kitap okur siteler, pek çok yeni yazar ve kitap tanımamı sağladı, ayrıca bu platformlarda okuduklarım hakkında, düşüncelerimi yazma ve kitap günlüğü tutma imkanı bulmuş oldum.

Kitabı okumaya başlamadan önce her zaman yaptığım gibi önce Yazar hakkında bilgi edindim. Kitap okur maceramda sevdiğim bir bölüm bu... Lise edebiyat öğretmenimi Vera Jelezarova'yı saygıyla anıyorum, bana bu alışkanlığı kazandırmıştı. Çok fazla kitap sohbetleri açılıyordu edebiyat derslerimizde, öğretmenimiz sınav eden her öğrenciye istisnasız sorardı; “En son okuduğun kitap?” Okuduğunuz kitabın yazarının adını söyleyemediyseniz şayet, vay halinize... Müthiş zeki, esprili ve engin kültüre sahip bir kadındı… Edebiyat derslerini iple çekerdim, en çok sevdiğim derslerden birisiydi, çünkü ders her an doğaçlama, müthiş eğlenceli kah bilgeli kah komik gösteriye dönüşebiliyordu...

Elsa Triolet, 1896 yılında, Yahudi bir ailenin kızı olarak Moskova' da dünyaya gelmiş...Triolet soy adını, ilk eşi olan Fransız subayından almış...Bu bilgileri öğrenmemiş olsaydım şayet, Beyaz At kitabın Yazarı kesin bir Fransız olduğunu düşünürdüm, Paris hayranı bir Fransız...Oysa, Elsa Triolet, Fransız olmadığı gibi, orada doğmamıştı bile, yine de Paris'e olan sınırsız sevgisini hissedebildim.

Bir şehrin denize kıyısı yoksa, bana göre elbette, güzelliği eksik kalır...Güzel bir şehir olması için, benim güzellik anlayışıma göre gayet tabii, mutlaka denizi görmeli...Paris bu konuda istisna olabilir mi ? Siene nehri bu eksikliği ne kadar örtebilir ? Kendime sorduğum ve cevabını bilmediğim sorular. Paris'i henüz görmedim, görmek istediğim şehirlerden birisidir fakat. Misal, Champs-Élysées; (Şanzelize) caddesini çocukluğumdan (Monte Kristo Kontu romanı okuduğumdan) bu yana merak ettiğim caddelerden birisidir...

Romanın satırlarında, Lowendal avönüsü, İnvalides meydanı, La Tour-Maubourg metro istasyonu,Siene Nehri, Concorde meydanı, Royale sokağı, Pigalle meydanı, Louvre, Notre -Dame, Montparnasse'den söz ediyordu Yazar ve ben bir gün kısmet olursa, yolum Paris'e düşerse bu yerleri gezebilmek için not ettim. "Ve Paris, nesi var nesi yoksa dökmüştü gene ortaya: Kokular ve gülümseyişler ve havada asılı o büyük bekleyiş...Sevgilinin girmek üzere olduğu aralık kapıyı andıran bir ilkbahar..."

Çok keyif alarak okuduğum bir roman oldu Beyaz At...Michel, özgürlüğüne ve piyanoya olan tutkusuyla, kolay kolay unutamayacağım roman kahramanlardan birisi oldu, hep duygularının peşine giden Michel... Sadece paranın, çok çok paranın bir insanı mutlu etmek için ne kadar yetersiz olduğunu harika anlatabilmiş Elsa Triolet.

Romada, Paris garında yaşanan bir sahne vardı ve ben çok etkilendim, Michel, bir şeyden emin olması gerekirdi ve emin oldu...O şeyi okuyanlar öğrenebilirler. Garlar hakikaten çok hüzünlü yerler...En son Ankara garında yaşananları, içim acıyarak ve bir şey yapamamanın çaresiziyle anıyorum...

Roman hakkında Albert Camus şöyle demiş;"Şaşkınlık verici bir yetenekler bütünü olan bu kitaptan, sürekli bir fişek şenliği seyretmiş duygusuyla ayrılıyor insan..." Michel saatlerce piyanonun başında söylediği bir şarkıya yer vermeden bu uzun kitap yorumu noktalayamıyorum;

“Unutmak istedim seni unutmak

Yedi nisan yedi mayıs dedim

Yedi gözyaşı yedi kılıç

Yedi bahar dedim of aman aman

Nasıl da geçiyor zalimce zaman

"Sonra da dokuz, on, yirmi diye devam ediyordu... Bitmesi için herhangi bir sebep yoktu şarkının."

Satırlar arasında büyülü bir vals duyar gibi oldum.

Hamiş; Atilla Tokatlı bu romanı mükemmel çevirmiş, tercüme okuduğumu tek satırda dahi hissetmedim.

25 Ekim 2015 Bursa