Uzun
zamandır okuduklarım hakkında yazmayı erteliyorum ve ertelediklerim epeyce
birikti, fakat yazmak zorlamakla olacak şey değildir, elbette ki disiplin
mutlaka gerekir, fakat sanırım disiplini en çok kamçılayan istektir...
Özlemişim yazmayı ve yine klavyenin
başındayım, seviyorum bu eylemi ve
öncelikle kendim için yazıyorum, çünkü kitap notlarımı oluştururken hem plasebo
etkisi oluyor, hem zaman sonra kendi yazdıklarımı okumaktan müthiş keyif alıyorum, sanki başka birisinin
satırlarıymış gibi hissediyorum. Ayrıca kitap okur maceramda bu notlardan,
geriye dönük, yolumun kesiştiği yazarları, kitapları ve kahramanları
anımsıyorum ve çok eski dostlarımla yeniden karşılaşma fırsatı buluyorum.
Bu gün İspanyol gazetecisi ve çağdaş kurgu Yazardan ve kitabından söz etmek
istiyorum, Rosa Montero. Yazarımız bir boğa güreşçisinin ve ev hanımının, kızı
olarak, Madrid'in Cuatro Caminos şehrinde 3 Ocak 1951 tarihinde doğmuş .
Çocukluk döneminde yakalandığı tüberküloz hastalığı yüzünden, beş ve dokuz
yaşları arasında evde zorunlu olarak kalmış ve o dönemde yoğun bir şekilde
okuma ve yazmaya başlamış. Daha sonra Madrid Beatriz Galindo Enstitüsü'nde
Felsefe ve Sanat Okulunda eğitim almış, okuldan sonra 1976 yılında gazeteci
olarak çalışmaya başlamış.
Okuduğum yazarlar hakkında az da olsa biyografik bilgiler edinmeyi seviyorum,
şimdilerde bu çok kolay. Rosa Montero’nun fotoğraflarına baktım ve olumlu
etkilendim, tanışmış olsaydık iyi arkadaş olabilirdik düşüncesi, tebessümler
içinde geçti aklımdan...Neden mi ? Bilmiyorum, sadece gayriihtiyari , şimşek
hızıyla yanan ve aynı hızla sönen bir düşünceydi…Belki de kitaptaki
satırlardan, ya da çok doğal, samimi , güler yüzlü ve pozitif göründüğü
içindir, belki makyajsız bir kadın olduğu içindir, abartılı makyajı hiçbir
zaman sevmemişimdir, ya da takıları dikkatimi çektiği içindir, ortak takı
tasarım zevkimiz olduğunu düşündüm. Ama bunlar tabii ki sadece fotoğraflara
dayalı aklımdan geçen ve yakalayabildiğim düşünceler...Hiçbir şey göründüğü
gibi olmadığını çoktan öğrenmiş birisiyim.
Yamyamın Kızı, 1997 yılında yayımlanmış ve ülkesinde ödül almış bir roman. Yine
de kitabın ismini sevdim desem yalan olur ve bir kitapçıda rastlamış olsaydım
okumak için tercih etmezdim. Kitap yamyamlıkla ilgisi olmamasına rağmen,
okudukça öğrendim, şahsi düşüncem, isim pek çok okuru caydırmış olabilir.
Ben, okurların, okudukları kitapları hakkında yazdıkları yorumları okumaya çok
seviyorum. Yamyamın Kızı kitabını, tesadüfen, bir kitap sitesinde gördüm, hakkında tek yorum vardı ve ben kitaba nedensiz bir şans vermek istedim. Ah ne lütuf!
Gülüyorum…
Kitaba gelince, Lucia ve Ramon Viyana'da Yeni Yılı geçirmek üzere yola çıkar,
fakat uçağın havalanmasına az kala, Ramon havaalanında kaybolur. O güne kadar
evli çift, on (10) mülayim ve olaysız yıl geçirmiş. Durdu, durdu turnayı
gözünden vurdu deyimi düştü aklıma şu an, ben bu deyimi ilk kez duyduğumda,
turna bir kuş olduğunu bilmiyordum ve dart ile karıştırdığımı yıllar sonra öğrenmiştim.
Romanın kurgusu bu kayboluştan devam ediyor…
Romanı tek kelimeyle tarif etmem gerekiyorsa, eğlenceli derdim, okumak
keyifliydi. Felsefi , siyasi düşünceler ve yorumlar ölçülüydü ve ben sıkılmadan
İspanya'nın yakın tarihi hakkında bilgi sahibi oldum. Romanda gizem vardı,
macera vardı, kısmen arayış, yarı aşk hikayesi, farklı yaş grubu ve sınıf
insanların hayatlarından kesitler. Zaman geçişleri oldukça başarılıydı, roman
kah kahramanların adlarından, kah yazarın adından anlatılıyordu ve bu
hareketlilik benim hoşuma gitti.
Romanın kahramanları bence oldukça başarılıydı ve ben onları hayalimde
canlandıra-bildim.
Çocuk kitapları yazarı olan Lucia (
romanın ana karakterlerden birisi ) kendini şöyle tarif ediyor;
" Her zaman ödlek bir insan olmuşumdur; öyle olmak için yeterince hayal
gücü ve duygusal zaaf sahibiyimdir." Şirin Civciv Belinda adlı kitabını çok merak ettim, bence, hiç satış yapmamasına
rağmen ( romanda bahsi öyle geçiyor ), içinde benim sevebileceğim, çok güzel, hayal gücünü
genişleten çocuk hikayeleri vardı, tabii
ki kitap da ismi de Rosa Montero’nun, beni de ortak ettiği, bir hayal ürünüydü…
Eski matador, saygıdeğer Felix Roble ‘a göre ;” Yaşlanmak kaybetmek demek…
Her şey sona eriyor, her şey yok oluyordu.”
Şaşırtıcı ve karmaşık Adrian;
" Hani Adrian'la bir yere ulaşmak istediğimden değildi, hiç ilgisi
yoktu; ama bizim ilişkimiz bir oyun gibiydi; dünyayı aydınlatan ve insanı
birazcık sarhoş eden, pırıl pırıl bir şeydi."
Başka İspanyol yazar okudum mu diye kendime sordum. Hafızımdan sadece Miguel de
Cervantes çıktı. Konudan konuya atlıyorum , fakat kitabı okurken aklımdan
geçenleri ve yakalayabildiklerimi not etmeye çalışıyorum.
Binlerce kitap yazılmıştır, fakat benim kitap okur maceramda, çok küçük bir
kısmı ile buluşabiliyorum, bu sefer Rosa Montero’yu tanıdım ve sevdim.
Kitabın sayfalarında not etmiş olduğum şarkı: Kimse Bilmez.
Çok sevdiğim bir şarkıdır ve en çok dinlediğim dönemde bu romana denk gelmiş
demek ki…
15 Şubat 2017
Bursa
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder