25 Eylül 2014 Perşembe

SON OYUN - AHMET ALTAN



SON OYUN – 1

Bir günlüğüm olmasını istemişimdir hep, fakat yazdıklarımın, istemediğim halde, bir başkasına ulaşmasından korktuğum için, girişimim sadece bu işe uygun defterler satın almaktan ibaret olmuştu. Günlük tutmak içimde bir ukdeydi…. Geçmiş zaman kullanmam, ne güzel değil mi! Günümüzün yeni teknolojik imkanları, bir günlüğümün olmasını sağladı. Tam olarak, hayal ettiğim günlük gibi olmasa da, en azından bir kitap günlüğüm var bu gün için.Okuduğum kitaplar hakkında yazarken, kısacık yaşadıklarıma da yer verdiğim için, notlar, benim için günlük niteliğinde. Notları kendim için yazıyorum, yazmaktan keyif aldığım için.

9 Haziran 2013 Pazar günü öğlenden sonra evimin bahçesinde oturmuş kitap okuyordum. Komşum Aygün seslendi ; Kitabını alıp bana gelsene!
Karşı komşu arkadaşım, okumayı seviyor, bu ortak özel merakımız, aramızda sağlam bağ oluşmasına neden oldu.

Pazardan almış olduğumuz kirazlar vardı evde. Buzdolabında soğutulmuş kirazlardan büyükçe bir kase aldım ve kitabımla birlikte karşı bahçeye geçtim. Leylandi ağaçların gölgesinde koltuklarımıza yayıldık…Keyfimize diyecek yoktu, kirazlar da harikaydı, şimdi gözümün önünde canlandılar, üzerinde minicik su damlacıkları, kocaman, koyu kırmızı ve soğuk… Kendimizi okumaya vermeden önce kitaplarımızdan söz ettik; Aygün, Ahmet Altan - Son Oyun okuyordu , ben ise Judith McNaught – Cennet. Çoğu zaman, arkadaşımla birbirimizin okuduğu kitapları okuyoruz , çünkü kitaplar hakkında sohbet etmeyi seviyoruz. Özellikle Aygün, benim okuduğum hemen hemen tüm kitapları okumuştur…Şu an, Sonsuz Kahkaha novellasını okumak için ona ödünç verdim, Cennet’i ise devredeli çok oldu.
9 Haziran, güneşli, sıcak harika hafta sonu günüydü, Uludağ’dan hafif rüzgar esiyordu, elimizde kitaplar, arkadaşımla keyfimiz yerindeydi.
Aygün, bira ve çerez getirmek için , evine girdiğinde, çok beğendiğini söylediği , Son Oyun romanını hemencecik elime aldım ve ilk satırlarını okumaya koyuldum; “Kasaba uyuyordu. Büyük şehirlerde daima uyanık birileri vardır ama kasabalarda herkes aynı zamanda uyur, bunu buraya geldikten sonra öğrendim”. Romanların ilk satırlarını nedense önemsiyorum ve bu satırları sevmiştim…Anlatılanlar bir kasabada geçiyor olmalıydı, ben küçük bir kasabada, ya da köyde yaşamayı hayal edenlerdenim, gökdelenlerden uzak, doğa ile iç içe…Çocukluğum öyle yerlerde geçtiği için belki…

Ahmet Altan’dan iki roman okumuştum ve hissettiklerimi söylemem gerekirse; beğenmemiştim, yine de üslubunda beni etkileyen bir şey vardı…O şeyi bulmak için, önerilen kitaplarını okumaya gayret ediyorum. Yazarları, gerçek hayatlarından, ayrı tutamıyorum, sadece roman yazarı olarak değerlendiremiyorum ve bazan oluşan ön yargılarıma yenik düşüyorum.




İlkler unutulmaz, denir. Belki de beni etkileyen şey, Ahmet Altan’ın , kitap okur maceralarımda, Türkçe olarak okuduğum ilk Yazar olmasıydı. Ahmet Altan okuduğum ilk Türk yazarı değildir katiyen , fakat tercüme olmadan, orijinal Türkçe dilde, okuduğum ilktir. Çok kolay devretmiştim Aldatmak romanını ve okuma alışkanlığımın geri kazanmamda, olumlu rolünü yadsıyamam.

Bana, bir harf öğretenleri hiç unut(a )madım. İlkokul öğretmenimi ve öğütleri hâlâ çınlar kulaklarımda…Ruhumda, kızgın demirle, silemeyeceğim yüzlerce damga vardır, tıpkı Ahmet Altan’ın dile getirdiği gibi;
“ Ona bilmediklerini öğretmiş, hayal ettiklerini ona vermiş ve onu kızgın bir demirle, hayatı boyunca silemeyeceği, ne yaparsa yapsın her zaman kendisiyle birlikte gezdireceği bir biçimde damgalamıştım.”

Bir romanla tanışma anımı anlattım. Romanın son on sayfasına geldim ve hakkında düşüncelerimi ayrı bir yazıda yazarım umuyorum.

15 Mart 2014
Bursa
***********************************************************************************************************************************

SON OYUN – 2

Bazı kitaplar vardır mutlaka kitaplığımda bulunmalarını isterim. Okumak için ödünç alıp devrettiğim ve çok sevdiğim kitapları muhakkak bulup edinirim. Bir daha okumasam dahi istediğim an dokunabilmeliyim…Ben kitaplarıma dokunmayı severim, elime alırım, bir not yazıp yazmadığıma bakarım…Aslında kitap ödünç almayı pek tercih etmem, çünkü kitaplarımı işaretlemeyi severim, oysa ödünç kitapları sakınarak okurum.

Romanı 16 Mart 2014 tarihinde devrettim, muhtemelen Temmuz 2013 ‘de okumak için arkadaşımdan ödünç almıştım ve neredeyse sekiz dokuz ay geçmiş aradan. Son Oyun şu an kitaplığımda yok. Romanı sevdim mi? Cevabım ;Evet. Ahmet Altan’dan okuduğum üçüncü roman ve okuduklarımın arasından , bana göre tabii ki ,en çok beğendiğim oldu. Yine de romanı edinmeye düşünmüyorum, fakat onun yerine, Yazarımızın başka bir kitabını edinmek fikri düştü aklıma. Henüz karar vermedim, En Uzun Gece, belki olabilir.

Evde iki kitaplığımız var, fakat özellikle büyük oğlumun gözü hep başucumda bulunan kitaplarda. Son Oyun romanını okumaya başladığımda, beden kitabı rica etmişti, Ahmet Altan’ı bir Yazar olarak tanımak istediğini söyledi. Ben de oğluma kitabı okuması için seve seve verdim, o dönemde zaten iş güvenlik sınavına hazırlanıyorum. Hem çevremdekilerle aynı kitapları okumayı severim, hem oğlumun kitap zevkine güvendiğim için, en azından beni okumamam konusunda uyarabilirdi. Oğlum kitabı, çok çabuk devretti…Hızlı okuma teknikleri konusunda kendimi geliştirmeliyim…Ben çok yavaş, sindire sindire okurum. Velhasılıkelam, oğlum kitabı orta derece beğendi, benim de kitabı sevebileceğimi söyledi…Yanılmadı.

Son Oyun, günümüzü anlatıyor…Tanıdık bir coğrafyada, tanıdık insanları okumayı seviyorum. Hikaye küçük bir kasabada geçiyor, fakat günümüz Türkiye’de yaşanan politik oyunlarını, alegorik bir şekilde mercek altına alıyor. “İktidar paylaşılmaz…Paylaşılırsa iktidar olmaz.”

Roman, sıradan insanların hayatlarına da değiniyor, yeni teknolojik gelişmelerin getirdikleri yenilikler, sanal dünya, öykünün örgüsünde güzel anlatılmış;
Milyonlarca , milyarlarca insan girip, başka biri olarak kaybolduğu bu gizli alemde yaşananlardan açıkça bahsetmek yasaktı, bir yeraltı örgütü gibiydi, herkes birbirinin bu örgütün üyesi olduğundan kuşkulanıyor, kimse bu örgütün varlığından söz etmiyor

Ahmet Altan’ın üslubunda beni cezbeden bir şeyler var…Kolay ve rahat okuyabiliyorum, cümleler beni sıkmıyor. Kadınları kadın, erkekleri de erkek gibi anlattığından olabilir mi ? Hem ben erkek yazarların, kadınların betimlemesini okumayı seviyorum…Onların gözüyle nasılız. Bu konuda Ahmet Altan oldukça başarılı, iyi bir gözlemci bence. Romanda yaratmış olduğu kadın karakterlerini ilgiyle okudum, Zuhal, Kamile, Sümbül , Hamiyet ve eczacının karısı( ismini vermiş miydi , anımsayamadım ).

Romanda öyle aman aman cinsellik yoktu, her şey dozundaydı ve ben keyif alarak okuduğumu inkar edemiyorum.
Son Oyun’dan alıntıladığım bu cümle; “Aşkın böyle bir şey olduğunu düşündüm, uyuyan bir kadını böyle arzuyla ve şefkatle seyretmek.” S.249, geçen gün okuduğum Milan Kundera’nın aşkla ilgili anlamlı sözlerini hatırlattı bana ( merak edenler araştırıp bulsunlar).

Yazarımız bence aşkı ve sevgiyi karıştırmadan, her ne kadar sınırları çizmek çok zor olsa da, ayırım yapmayı başarabilmiş;
Tohumunun kendimizin bulduğu , sadece bize ait bir ağacı büyütür gibiydik, bize ait, adının ne olduğunu bilmediğimiz ama bizi sevindiren bir şeyi ağır ağır büyütüyorduk. ( … )

Sevginin içinden her türlü beklentiyi çıkardığında ortaya çıkan şey ne kadar saf ve muhteşem…”

Bu, insanın neredeyse kendini her haliyle göstermekten kaçınmayacağı başka türlü bir yakınlığın işaretiydi, sadece aşk değildi arlarındaki, daha fazla bir şeydi. Kolay bitmeyecek bir şey.”

Ve son olarak, kahramanımızın Tanrı ile konuşmalarında, Yazarımız hayatın anlamını sorguluyor ve bence her şey bir oyundan ibaret olduğunu anlatmaya çalışıyor.
Tanrının ise insanlara oynadığı en en muhteşem bilinçaltı oyunu bu satırlarda;
“Ölümün başkalarına ait bir gerçek olmasını sanması ve bunu sanırken aslında yanıldığının da bilmesi .”

11 Nisan 2014
Bursa

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder