25 Eylül 2014 Perşembe

VAROLMANIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ - MİLAN KUNDERA




Bu satırları yazıyorsam, yine bir kitap okur maceram sona ermiştir demek. Milan Kundera, Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği romanı ile ilginç ve sıra dışı maceraya sürükledi beni… Her ne kadar kitabın kurgusunu beğenmemiş olsam dahi, okumaktan keyif aldığımı inkar edemem. Yazarın üslubunu sevdim, kah kendi adından, kah bir üçüncü şahıs adından anlatıyor hikayesini. Sanki bir roman - resim gibiydi okuduklarım, nasıl bir ressam eserinin her fırça darbesinin en mükemmelini yakalamaya çalışıyorsa, Kundera da âdeta sözlerle kusursuz bir resim çiziyormuş hissi uyandırdı bende. Bu hisse kapıldım, çünkü Yazar en ufak ayrıntıyı, düşüncelerini ve heyecanını benim bir okur olarak onunla mütevazi ( paralel) olarak paylaştığıma emin olmak istermiş gibiydi. Aynı konuyu, başka başka bölümlerde ,tekrar tekrar ele alması ve tam olarak aydınlatmaya çalışmasıydı belki bana bunları düşündürten. Her zaman savunurum ki yazar- okur arasında çok özel bir bağ oluşuyor ve farklı okurlarda, aynı metinler, değişik algılamalara neden oluyor. Bu çok doğal gayet tabii ki, okuduklarımızı, kendi düşünce prizmamızla, yaşadıklarımızla, tecrübelerimizle ve hayat görüşümüzle bir şekilde harmanlıyoruz çünkü.



 Okuduğum yazarların hayatlarını mutlaka incelerim, haklarında bilgi edinmeyi sevdiğim için. Milan Kundera 1929 yılında, Çekoslovakya'nın Brno şehrinde dünyaya gelmiş. Daha sonra, ülkesindeki rejimle ters düşmesi ve görüş farklılıkları nedeniyle, komünist partiden ihraç edilmiş. Yazar, 1970 yıllarında Fransa'ya göç etmiş , Fransız vatandaşı olmuş ve halen orada yaşamaktadır. Yazarın gerçek hayattan yansımalar var romanda, işte bunları keşfedince kendimi kandırılmış hissetmiyorum. Elbette ki romanlar birer kurgudan ibarettir ve Kundera’nı bahsettiği gibi; “Roman kişileri insanlar gibi kadından doğmazlar, yazarın henüz hiç kimse tarafından keşfedilmediğini ya da hakkında önemli bir şey söylenmediğini düşündüğü temel bir insani olasılığı bir fındık kabuğunun içine sığdıran bir durum, cümle ya da eğretilemeden doğarlar.” Yine de kandırmacaları, masal olmadıkları sürece, okumayı sevmem.
Romanın kahramanı Tomas ‘ın siyasi kimliği, Kundera’nın gerecek hayattaki kimliği ile örtüşüyor. Kundera ‘yı çok iyi anladığımı sanıyorum, ben de bir demir perde ülkesinde doğdum ve yetiştim. Bu anlamda roman bana yakın ve tanıdık geldi, ayrıca 2013 yılında Prag'da bulundum, dolayısıyla şehri, Vltava nehrini , Yazarın anlattıklarıyla gözümde canlandırabildim.

Romanın bu pasajdan çok etkilendim; “Oedipus, anasının yatağına girdiğini bilmiyordu, ama olup bitenlerin farkına varınca, kendini suçsuz saymadı. "Bilmeyerek" neden olduğu felaketleri görmeye dayanamadığı için, gözlerini kör etti ve o kör haliyle Tebai'den çıktı gitti.” Yakın bir geçmişte Soma’da yaşananları hatırlattı bana bu sözler…Hiç kimse suçu üstlenmedi, ateş düştüğü yeri yaktı ve geri kalan hepimiz çabucak yaşananları unutuverdik…

Yunan mitolojisinin en trajik kahramanlardan birisi olan Oedipus, Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği romanında anlatılan hikayenin, dönüm noktasını oluşturuyor , bence tabii. Tomas, Oedipus’u konu alan ve kendi siyasi görüşünü ortaya koyan bir yazı yüzünden doktorluk mesleğini bırakmak zorunda kalıyor ve hayatına farklı bir yön veriyor. Oedipus beni etkileyen, karakterlerden birisi olmuştur daima. Romanda konusu geçtiği anda, büyük oğlum yakınlarımdaydı ve ben gayriihtiyari
sordum; Oedipus, kim olduğunu biliyor musun ? Olumlu cevap alacağıma neredeyse emindim. Hayır ! cevabıyla şaşkına döndüm. Şaka yaptığını sandım ilk başta, fakat oğlum gerçekten bu ismi duymamıştı ve tanımıyordu… Bu günün Türkiye’sinde, gençlerin soruya olumsuz cevap vermesi, kültürel fakirleşmenin bir örneği olabilir mi? Yoksa ben mi demode kaldım ? Elbette ki genelleme yapmak istemiyorum, benim oğlum bilmedi diye, Türkiye’de bir çok gencin soruyu bilmemesi anlamına gelmiyor tabii…Fakat ben bir anne olarak çocuklarımın iyi eğitim almaları için elimden geleni yaptığıma inanıyorum , konuyu önemsememe rağmen, oğlumdan gelen olumsuz cevap beni düşündürttü. ( Oğlum 20 yaşında ve İTÜ inşaat mühendisliği alanında eğitim almakta.) Ben lise öğrenimimde tanışmıştım Sofokles’in ünlü tragedyasıyla. Romanda, bu tragedyanın çok kısacık özetine yer veriyor Kundera ve ben oğluma o özeti sesle okudum… Böyle bir anım oldu ve burada paylaşmış oldum.

Romana dönecek olursam, Kundera’nın insan ilişkileri hakkında mükemmel tespitleri var ve anlatım biçemini çok beğendim. Bence, Fatih Özgüven’in tercümesi de oldukça başarılıydı . Ben romanı çok gerçekçi buldum ve tekrar ediyorum ki, kurgusuna rağmen, okumaktan büyük keyif aldım.

Aşk hakkında en doğru sözleri Âşık Veysel söylediğini kabul etmiştim, “Seversin, kavuşamazsın, aşk olur…” Kavuşabilenler için ise en güzel sözü Kundera söylemiş bence;
"Bir kadınla sevişmek ve bir kadınla uyumak iki ayrı tutkudur, sadece farklı değil aynı zamanda da zıt tutkular. Aşk çiftleşme arzusunda (sonsuz sayıda kadına kadar uzanabilecek bir tutku) duyurmaz kendini, uykuyu paylaşma arzusunda duyurur (tek bir kadınla sınırlı olan bir arzu)."

Romanın büyük kısmını Datça - Haitbükü plajında okudum, 2 Temmuz 2014 tarihinde devrettim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder