25 Eylül 2014 Perşembe

CENNETİN RENGİ - E. V. MİTCHELL



"Senaryoyu okudum, rolü kabul ettim.” sözlerini duyduğumda merak ediyordum, senaryo tam olarak nasıl bir şeydir diye... Uzun zamandır merak etmiyorum;sıfır duygusu olan ve bir hikayeyi özetleyen metin olsa gerek senaryo.En son okuduğum novella tam da bu tanıma uyuyor. Romanı okurken kendimi bir film yönetmeni gibi hissettim. Bu sahneyi şöyle çekerdim, bu sahneyi böyle çekerdim diye diye, devrettim kitabı. Topu topu dört gün sürdü bu hayali yönetmenlik maceram. Film yönetmeliği eğlenceli bir şey olsa gerek…Çok param olsa bir film çekmek isterdim, para kazanmak için kesinlikle değil, o heyecanı tatmak için…Senaryosu, müziği her şey bana ait olsun isterdim… Ne yazık ki sinemaya yakınlığım izleyici olmaktan ibarettir. Büyük oğlumla bazan filmler izleriz , çoğunlukta o önce filmi izlemiş oluyor, fakat benimle birlikte ikinci kez izlemekten keyif alıyor, çünkü benim tepkilerimi öğrenmek istiyor ve böylece ikinci kez bir ilk yaşıyor. Oğlumla film izlemeyi çok seviyorum, çünkü her zaman izlenmeye değer bir şey olacağını biliyorum. En son, Bisiklet Hırsızları -1948 yapımı, filmi izlemiştik birlikte ve her ikimiz de çok etkilendik. Film bizden tam not aldı.

Devrettiğim kitaplar hakkında yazmayı seviyorum, okuduğum dönemde, başımdan geçenlere kısacık yer verdiğim için, aynı zamanda sıra dışı günlüğüm oluşuyor.

Uzun zamandır evimizde yapmak istediğimiz tadilat Ağustos ayının başlarında başladı…İlk önce amacımız salonda geniş sürgülü kapı takmaktı. Hazır evde tadilat varken burayı da değiştirelim, orayı değiştirelim derken , evde değişmeyen tek şey parkeler oldu… İki aydır şantiyeye dönen evimizde yaşamak kolay olmasa da uyum sağlamaya başladık, zira tadilat artık hiç bitmeyecekmiş gibi gelmeye başladı. İnsanın zevkleri nasıl da zaman içinde değiştiğinin gereceğini yaşıyorum son günlerde. Yedi yıl önce kaba inşaat halinde satın aldığımız evi, kendi zevkimize göre özene bezene döşetmiştik. Yedi yıl sonra ise her şeyi değiştirmek ihtiyacı duydum… Duvarların rengi, mobilyalar, perde sistemi, ışıklandırma vs. Evde tüm pencere doğramalarından, banyo fayanslarına kadar her şeyi değiştirdik… Hazır boya badana yapılırken salon duvarlarındaki iki nişe patlatma taş duvar döşemeye kalktım. B& M Coleksiyon, mağza satış sorumlusu Ayşe Hanım’la neredeyse arkadaş olduk…Tam dört kez taşları değiştirdim…Kadıncağız beni tekrar tekrar görünce ne düşündü kim bilir ?Mağazanın atmosferi ve ışıklandırmasına aldanıp seçim yaptıktan sonra eve geldiğimde bir türlü içime sindiremedim seçtiklerimi… Ya küçük, ya büyük geldiler gözüme, kah renklerini beğenemedim, galiba taş duvar konseptine tam ısınamadım, fakat vazgeçmek için çok geç…Ömrüm olursa belki yedi yıl sonra…Kim bilir ?

Cennetin Rengi mi ? 13 Eylül 2014 yatak odalarımızın boyandığı gün, kokudan rahatsız olmamak için ablamlara gittik , yatılı misafir… Uyumadan önce, nerede olursam olayım mutlaka birkaç satır okurum…O gün kitabımı çantama koymaya unutmuştum ve yeğenimden bana bir kitap vermesini rica ettim. Yeğenim Didem henüz 20 yaşında basmadı, üniversite öğrencisi ve kitap okumayı seviyor. Bana seve seve son okuduğu kitap masallarından birkaç tane getirdi. İçlerinden Cennetin Rengi isimli kitabı seçtim…Ne de olsa son günlerde renklerle pek haşır neşir oldum ve isim yakın geldi…Aligator, Filli Boya, Marşal renk kataloglarını incelemek epey zamanımı aldı.Ne zormuş boya seçmek ! Ama insanın yuvasını güzelleştirmesi, cennetin renklerinden bir tanesi olsa gerek…Kitaptan sadece uyumadan önce birkaç satır okuyacaktım, sonra elimde bir senaryo olduğunu var saydım ve yönetmenlik oyunuma başladım, hoşuma gitti.

Okurken hiç duygulanmadım .O kadar büyük acı anlatılıyor ki hikayenin içinde, bir annenin başına gelebilecek büyük felaketlerden birisi, fakat ben acının zerresini hissedemedim… Hatta kendi kendime dedim, bak hikayenin burasında göz yaşı olmalı…Ama satırlar beni duygulandırmaya yetmedi. Bazı kalemler çok güçlü olabiliyor adeta şimşekler çaktırabiliyorlar satırlar arasında ve kanımı dondurabildikleri gibi, göz yaşlarıma da hakim olamadığımı iyi bilirim…


E.V. Mitchell ne yazık ki ne bir kahkaha attırabildi, ne hüzünü, ne mutluluk hissettirebildi bana…Ama güzel bir film için senaryo okudum. Bir geyik sahnesi vardı, romanda sadece bahsi geçti ve ben , nasıl çekmem gerektiğini, kafamda, hayal gücümü ve yaşadığım benzer tecrübeyi kullanarak canlandırmaya çalıştım…Geçen sene Bulgaristan’da annemlerin oturduğu köyden, kasabaya giderken, hemen arabamızın önünden, neredeyse bir metre önümüzden bir ceylan geçmişti…Az daha çarpıyorduk, her şey saniyeler içinde gelişmişti, ceylan çok korkmuştu ve o kadar güzeldi ki…Hemen ormanın içine doğru koşup, biz de ağzımız yüreğimizde onun kayboluşunu izlemiştik.

Roman bir konuya daha değinmiş, yaşam ölüm arasında, ruhunun bedenden ayrılması ve uzaktan, tepeden kendi bedenini izlemesi…Hiç inandırıcı değildi okuduklarım, oysa konu tanıdıktı, daha önce bizzat yaşayan birisinden dinlemiştim ve çok etkilenmiştim. Hatta o kadar çok etkilenmiştim ki unutamamıştım…Romanda o kadar sığ anlatılmış ki, eğer konuyu daha önce duymamış olsaydım tam olarak ne anlatıldığını dahi anlayamayabilirdim.

Bir kitap okur maceram yine sona erdi…Muhtemelen birkaç ay sonra hiçbir şey hatırlamayacağım, güzel hayali yönetmelik oyunumun dışında. Aslında konu fena değildi, insanın hayatı her an tepe taklak dönebilir ve her şeye rağmen yaşamak için güçlü olmak gerekir.Romanda romantik sahneler de vardı, misal teknede denizin ortasında, ama ben hiç birini hissedemedim. Çeviri başarılıydı, baskı çok güzeldi, punto geniş, sayfaların çoğu yarısına kadar boş ve çok çok rahat okuyabildim, fakat hiç ama hiçbir şey hissedemedim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder