4 Haziran 2024 Salı

DOKTOR JİVAGO

Bir yerde okumuştum ki dünyada en çok okunan Rus yazarlarıymış. Bu bilginin ne kadar doğru olduğunu bilmiyorum, fakat benim kitap okur maceramda en çok Rus yazarları yer almaktadır. Dünya edebiyatının temel direklerinden birini oluşturan, insanlığın ruhunu yıllarca besleyen Dostoyevski, Tolstoy, Puşkin, Lermontov, Çehov, Gogol, Gorki,Turgenyev, Şolohov, Mayakovski , Ostrovski, Gonçarov ve sayamadığım pek çok isim, kitap sever çevrelerinde iyi tanınmakta ve saygın yer almaktadır.

Doğduğum ve öğrenim gördüğüm Bulgaristan, o zamanın Rus sömürgesi bir ülke oluşu itibariyle, biraz önce saydığım yazarların eserlerini okullarda mecburi okuttururlardı ve bu münasebetle ben eserlerin bir kısmını orijinal dilde okuduğum gibi, pek çoğunu yakinen tanıyorum. ( Bu arada yakinen, yakından değil, kesin ,iyice anlamını taşıyor. )

Boris Pasternak ismini Bulgaristan’da hiç duymadım, ismi, Türkiye’de yaşamaya başladıktan sonra tanıdım. 1958 yılında ,Yazar, Nobel ödülüne layık görülmüş, ancak Sovyetler Birliği hükümetinin baskısı altında bu ödülü reddetmek zorunda kalmıştır. Demirperdede yaşadığım dönemde ( 1964 – 1989 ),Yazarın eserleri sansürlenmiş olduğundan hiç karşılaşmadım. Tarih ne kadar ilginç, E. M. Karakurt’un sözleri geliyor aklıma; "Tarihin bir tekerrürden ibaret olduğunu, şimdi bir kere daha öğreniyoruz."

1917 Ekim Devrimi ile Rusya İmparatorluğu yıkılmış, halk, devletin yönetimini ele geçirmiş ve sosyalist cumhuriyet kurulmuştur. Haziran 1991 yılından sonra, yani yetmiş dört yıl sonra, yeni reformlarla birlikte; özetle, sosyalist cumhuriyet dağılmış ve yeni federal cumhuriyet ilan edilmiştir. Eski İmparatorların yerine, yeni dönem imparatorlar gelmiştir…”Yeni zenginler” diye daha önce hiç duymadığım tabir duymuştum 1997 yılında Petersburg'u ziyaretimde.

Zaman zaman dile getiriyorum, 1960-1970 yıllar arasında doğanlar, bence dünya tarihi arasında en şanslı kuşaktır. Nedenleri kısaca izah etmem gerekiyorsa; II. Dünya savaşı yaraları anca sarılmış, teknoloji henüz bu kadar gelişmediği için daha doğal hayatın içinde, teknolojideki dev değişimi, mütevazi ( paralel) yaşadı bu kuşak ve dünyanın globalleşme hayalini gerçekleştiğini gördü, internetle tanıştı ve kullanma şansına erişti. 1960-1970 yıllarında sanatın her dalı doruk noktasına ulaştı…

En son okuduğum roman da bu düşüncelerimi yineledi. Günümüzde böyle eserler yazılamadığı gibi, bence okunmuyor da…Belki çok taraflı düşünüyorum, her dönemin kendine göre kitapları ve sanat anlayışı vardır. Yine de ben kendi adıma bu kuşağın temsilcisi olduğum için şanslı hissediyorum ve günümüz gençlerin adına üzülüyorum.

Uzun girizgahtan sonra gelelim konumuza, Doktor Jivago unutamayacağım romanların arasında yerini aldı bile…Bir şairin romanı, kelime oyunları ve metaforlar sayesinde anlatılan doğal manzaralarını görebildim, kışın sertliğini hissettim, ormanlar ve alanların güzelliğine bayıldım. Yuri’ nin iç dünyasını anlamaya çalıştım, sevgisi, eşi Tonya ve âşık olduğu Lara arasında bölünmüş olan bu adamın duygularını çok inandırıcı buldum.

Doktor Jivago, çok güzel dekore edilmiş bir tarihi roman; arka planda dev Rus devrimi ve bir aşk hikayesi. Kitap, tarihin önemli siyasi ve sosyal olaylardan biri , Rusya’da Çar'ın devrilmesini ve Bolşeviklerin devlet yönetimini ele geçirmesini anlatıyor. Ben ilk kez farklı bir bakış açısıyla okudum bu devrimi…

Okurken, nispeten önemsiz karakterleri tanımaktan bazan sıkıldım. Bir de tesadüfler bolluğu, inandırıcılık sınırlarını biraz zorlamış gibime geldi , fakat bu küçük kusurlara rağmen, nefes kesici bir romandı. Gürleyen fırtına gibi bir devrimin fonunda, hayatta kalmak için çırpınan bir kelebek gibi bireyin öyküsü, bence çok başarılı aktarılmış.

Doktor Jivago, romanın ilk 180 sayfasını Özay Sunar, çevirisiyle Türkçe, son üçte iki bölümünü ise Bulgarca okudum. İtiraf etmeliyim ki romanın, Bulgarcası çok çok çok daha iyiydi, müthiş pasajlar vardı, tüylerimi diken eden sırf şiir olan pasajlardı. Böylesine, şiirsel üslupla yazılmış bir epik destan okuduğumu hatırlamıyorum. Bulgarca, Rusça diline yakın olduğu içi, aynı dil grubu ve benzer alfabe kullanıldığı için, romanı orijinal diline çok yakın okuduğumu sanıyorum. Zaman zaman her iki çeviriyi aynı anda okudum ve böylece kitap okur maceramda bir ilk daha yaşadım. Özay Sunar, sanırım kitabı doğrudan Rusçadan çevirmedi, tercümenin, tercümesi olduğu için, şiirsel üslup kaybolmuştu. Misal, on dördüncü ( 14 ) kısmın, on birinci ( 11 ) bölümün, ilk paragrafını öylesine güzel yazmış ki Pasternak, bir insanın iç dünyasını, doğa manzarasına kıyaslayarak, öylesine başarılı tasvir etmiş ki ben hayranlıkla ve birkaç kez üst üste okudum ve tüm o hüznü iliklerime kadar hissedebildim. Bir de aynı pasajın Türkçesini okuduğumda, tam bir hayal kırıklığı oldu, sadece çok çok kötü değil, mana olarak yanlış tercüme edilmiş.Bir kez daha, hem de uygulamalı, bazı çevirilerin, yazarlara ne kadar büyük haksızlık ettiğini gördüm.

Güzel bir kitap okumanın mutluluğunu yaşıyorum şu an ve kendim için bu notları alıyorum, çünkü zaman geçtikçe , eskide okuduğum kitaplar hakkında yazdıklarımı okumayı seviyorum.

Bu romanın okunması çok kolay olmasa da, cazibesi yadsınamaz. İşin sırrı galiba burada gizli, kolay okunan romanlar, aynı hızla ve kolaylıkla unutulur, oysa Doktor Jivago’nun bazı sahnelerini unutabileceğimi sanmıyorum.

25 Kasım 2015 Bursa

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder