11 Haziran 2024 Salı

YABANCI

Yabancı, uzun zamandır okumak istediğim romanlar listemde yer almaktaydı. Merak ettiğim, fakat anlamakta zorluk çekeceğim bir kitap olabileceğini, söylüyordu iç sesim. Albert Camus ismini çok duymuş, oysa Yazarın eserleri hakkında fikrim olmaması, bir edebiyat sever olarak, beni rahatsız ediyordu. Velhasılıkelam Yabancı’ yı 2 Ekim 2014 tarihinde okumaya başladım. Elimdeki nüsha, 1984 yıl baskısı, Can Yayınları, çevirisi ise Vedat Günyol’a ait. Kitabın birinci bölümü devrettim, fakat okumaya devam edip edemeyeceğim konusunda kararsız kaldım. Önümüzde Kurban bayramı vardı ve maaile geçireceğim küçük tatilde bu kitabı yanıma almak istemedim, nedensiz…Belki daha sonra okumaya devam ederim, dedim kendi kendime ve kitabı kitaplığıma kaldırdım.

Tatilde, yanıma Milyarder romanını aldım ve 3 Ekim 2014 tarihinde okumaya başladım. Tesadüf bu ya kitap başka bir Fransız Yazara aitti, Michel de Saint Pierre. Daha sonra fark ettim ki Albert Camus ve Michel de Saint Pierre hemen hemen aynı dönemde yaşamışlar. Albert Camus 7 Kasım 1913, Michel de Saint Pierre ise 12 Şubat 1916 yılında dünya gelmiş iki Fransız.. “Coğrafya kaderdir”, demişti İbni Haldun. Bu sözlerin gerçekliğini her zaman hissetmişimdir… Camus, Cezayir’de maddi imkanları kısıtlı olan bir ailede doğmuş, annesi İspanyol, babası Fransız, Michel de Saint Pierre ise soylu bir Fransız ailesinde doğmuş.

Velhasılıkelam, Milyarder romanını okumaya başladım ve bu roman benim en çok sevdiğim tür roman tarzıdır, kurgu dahi olsa, olaylar sanki gerçekmiş gibi gelişiyor. Yine de Yabancı’nın birinci bölümü aklımın bir köşesinde kalmıştı, Camus beni etkilemeyi başarmıştı. Milyarder’ in 142 sayfasında şöyle bir pasaj okudum; “Ananaslı ördekten önce, bir levrek ızgarası hiç de fena olmaz gibime geliyor. Yanında da bir şişe Meursault…” Bir şişe şarap, Meursault şarabı…Yabancı’nın kahramanı Meursault değil miydi?! Yanılmış olduğumu sandım bir an için, kontrol etmek için, Yabancı romanı yanımda değildi…Meursault nasıl okunur? Mörso mü ! Şu Fransız dili hep beni şaşırtmıştır…İnkar edemiyorum, bu dili hiç bilmediğim halde, tınısını seviyorum…Türkçe bilmediği birisi, dilimizin tınısı hakkında ne düşünür, merak ettim birden. 1989 yılında Türkiye’ye göç geldiğimde hemen hemen hiç Türkçe bilmiyordum, televizyonda konuşmaları anlayamıyordum, fakat Türkçenin tınısı çok, ama çok hoşuma gidiyordu, öylesine yumuşak ve melodik…Bir gün ben de konuşabilecek miyim, diye hayıflanıyordum.Ama ben bir Türküm ve tarafsız olamadığım gibi, belki bu hissettiklerim, gerçeği yansıtmıyordur, bilmiyorum. İnsan, sevdiğini güzel bulur. Benim merak ettiğim, bir yabancının, Türk dilini nasıl bulduğuydu.Sanki birisi, komik tınısı olduğunu söylemişti.

Saptırdım konuyu, Yabancı romanın kahramanı ile Fransa’da şarap üretilen bir bölgeyle aynı isim olduğunu öğrendim ve ossaat bu aslında bir soy ad olduğunun farkına vardım. Ön ismi var mıydı ki Meursault’un? Yoktu sanki…

Yabancı, çok ilginç bir romandı.Bende o kadar çok soru işareti bıraktı ki; Tutkusu olmayan bir insanın hali bu mudur ? Aslında, hep deriz hayatta hiçbir şey ciddiye alınmamalı diye, Meursault gibi mi ? Bir insanın, sahilde, öylesine hayattan koparmak bu kadar kolay mı? Ya da bir Arabın zaten hayatının bir önemi yok mu? Camus, öldürülen kişinin neden bir Arap olduğunu seçmiş? Yargılanan Meursault, zaten öldürdüğü için değil, ölen annesine karşı tutmadığı yas için asıl yargılanmıştı…Yas nasıl tutulmalıydı? İnsan acısını içinde yaşayamaz mı? İlla birileri bu acısına şahit mi olmalı ? Meursault, işindeki yükselmeyi neden kabul etmedi? Paris'e gitmeyi neden reddetti? Toplumun kabul ettiği kurallara baş kaldırı daima giyotine mi götürür? Meursault aslında öldürmeye niyeti yoktu, kendini korumak için mi öldürmüştü? Arabın elinde bıçak vardı…Neden kendini savunmadı? Savunmaya gerek mi duymadı? Sonuçta herkesi, bir şekilde ölüm beklemiyor mu ? Sevmediği bir kadınla neden evlenmeyi kabul etti? Birisine âşık olabilir miydi? Ve pek çok soru daha...

Romanın son bölümünden çok etkilendim. Yorumlaması zor, okumak gerek…

Okuduğum tercüme oldukça başarılıydı, yine de bu romanın, özellikle son bölümlerini Fransızca okuyabilmeyi isterdim.

Albert Kamus, Cezayir’de doğmuş olması, bir sömürge ülkesinde doğmuş olması, hem Fransız, hem Arap kültürünü çok yakından tanımış olması, Arapların kendi topraklarında yaşadıklarına bizzat şahit olmuş olması, sanırım hayat felsefesini oluşturmakta önemli rol almıştır. Yazarın kısa biyografik bilgilerine baktığımda bu cümleye takıldım ; Cezayir Bağımsızlık Savaşı 1954'te başladığında, Camus kendini ahlakî bir ikilem içinde buldu. Bunun nedeni, Cezayir doğumlu Fransızları tasvir ederken kullandığı sıfat olan "siyah ayak"tı.

İyi ki okudum bu romanı.

31 Ekim 2014

Bursa

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder