3 Haziran 2024 Pazartesi

SAHİLDE KAFKA

“ Ormandayken yağan yağmur, denizin üzerine yağan yağmur, otobanda yağan yağmur, kütüphanenin üzerine yağan yağmur, dünyanın öteki ucunda yağan yağmur…”

Uzakdoğu edebiyatını ve daha genel olarak, kültürünü, pek iyi tanımıyorum. Nedeni, doğduğum ve yaşadığım coğrafya, daha çok batı kültüründen etkilenmiş olduğu için. “ İnsan dediğin, elbette bir ölçüde doğduğu yerin bir ürünü oluyor. Düşünce tarzı, duyguları, yaşama şekli, sanırım coğrafi şekillerle, iklimlerle, rüzgarın yönüyle, bağlantı oluyor.” Bilmediğimden, uzakdoğu kültürü ilgi alanımda ve fırsat buldukça bir şeyler öğrenmeye çalışıyorum. Sahilde Kafka bu anlamda bir adımdı, Haruki Murakami merak ettiğim ve okumak istediklerimin arasındaydı, fakat hangi kitabından başlayacağımı karar veremiyordum. Kitap hakkında düşüncelerimi yazmadan önce, neden bu romanı okumaya karar verdiğimi kısaca anlatmak istiyorum.

27 Mart 2016 tarihinde neredeyse on beş yılı aşkın görmediğim ilk iş yerimin çalışma arkadaşlarıyla buluştum. Heyecanlı bir buluşmaydı, geçen zaman içinde pek çok şey yaşanmış ve anlatılacak çok konu vardı, hepimiz birden konuştuğumuz ve birbirimizi dinleyemediğimiz anlar dahi oldu…Buluşma sonrasında, yedi kızdan oluşan grubumuz, telefonlar aracılıyla gündelik notlarla haberleşmeye devam ettik ve ediyoruz. Nisan ayın içinde , grupça, ortak bir kitap okumayı kararlaştırdık, herkes öneride bulundu ve grubumuzun kalbi Fulya çekiliş yaparak, grubun neşesi olan Müge’nin önermiş olduğu Sahilde Kafka kitabının kuradan çıktığını açıkladı. İşte bu yeni teknolojik gelişmeler sayesinde bazan böyle güzellikler yaşanabiliyor. Pek çoğumuz kitabı edindik, fakat devreden henüz iki kişi olduk, ben ve Fulya. Her kitabın okunması için doğru zaman olduğuna inanıyorum ve umuyorum ki grubumuzun diğer üyeleri de bu zaman geldiğinde kitabı okur ve bir araya geldiğimizde konuşacak ortak bir konumuz daha olmuş olur.

Sahilde Kafka romanını bir cümleyle özetlemem gerekiyorsa; Gizemli ve egzotik bir masal derim, tam olarak çözemediğim, fantastik unsurları taşıyan, karmaşık bir eser.

Kitabın ana teması, daha doğrusu benim anladığım tema; “İnsan kaderini değil, kader insanı seçer” yani, her insanın amacını yerine getirmesi için, bir kaderi var olduğunu anlatmak Son cümlemle, yazar- okur arasında çok özel bağ oluştuğunu ve farklı okurlarda, aynı metinler, değişik algılamalara neden olduğu gerçeği aklımdan geçti yine. Bu çok doğal gayet tabii ki, okuduklarımızı, kendi düşünce prizmamızla, yaşadıklarımızla, tecrübelerimizle ve hayat görüşümüzle bir şekilde harmanladığımız için.

Romanında , benim algıladığım ana düşünceyi, “ Çok küçük şeylerde bile, dünyada hiçbir şeyin tesadüfen olamayacağı...” okurlara aktarabilmek için Murakami iki karakter seçmiş, ilki on beş yaşında evini terk eden bir çocuk Tamura Kafka, diğeri ise pek çok yönde desteğe ihtiyacı olan zihinsel engeli olan, kedilerle sohbet edebilen ve gökten balık yağmuru yağdıran yaşlı bir adam Nakata. Her iki kahraman çok sıra dışıydı ve amaçlarını yerine getirmek için yaptıkları fiziksel ve metafiziksel yolculuklarını kitapla beraber takip ettim.

Aslında bu tür romanları, bu tür derken; mekanı, zamanı olmayan, belirgin bir hikayesi olmayan, metaforik romanları okumakta zorlanıyorum, fakat bu kitapta anlatılan tüm gerçek dışı olaylarını çok doğal hissettim. Murakami açıkça kitap boyunca metafordan bahsediyor ve bunun amacı, okuyucuyu geleneksel düşünce ve okuma yaklaşımlarından kurtarmak, ya da bende böyle bir izlenim oluştu. Kitabı okudukça tüm açıklanamaz şeyler, metaforlar, benzetmeler veya soyut kavramlar, yaşamın kendisinin gerçeküstü olduğunu düşündürttü bana.

Kitapta diğer hoşuma giden yön ise karakterler; Oşima, Albay Sanders, Saeki Hanım, Sakura, Hoşino,Sörfçü, iç ses Karga…Ben onları hayalimde canlandırabildim.

Hayalimde canlandırabildiğim kahramanları ve sahneleri olan romanları okumayı seviyorum. Kitapta anlatılan ormanı çok sevdim misal, âdeda Tamura Kafka ile birlikte geziniyormuşum gibi ve onun hissettiği heyecan ve korku dolu anları ben de hissedebildim. Komura kütüphanesi de hayalimde canlandı “ kimsenin olmadığı sabah saatlerinde, kütüphanenin o hali beni bir hayli etkiliyordu. Tüm sözcükler ve düşünceler sakin sakin dinleniyordu orada.” Ne kadar uzun zamandır bir kütüphanede kitap okumak için bulunmadığımı anımsadım bu sözlerle birlikte Tamura Kafka ise şöyle diyor;“ Kütüphane ikinci evim gibiydi. Hatta kütüphane benim gerçek evim gibiydi belki de.”

Saeki Hanımı hayalimde görebildim, elinde “kalın Mont Blanc dolmakalemi”, Oşima’yı da gördüm, kusursuz giyimiyle, gözlükleri, uzun siyah sacları, elinde her zaman yeni sivriltilmiş kurşun kalemini çevirirken…

Romanda pek çok şey, tamamlanmamış, bana göre tabii ki, sanki eksik kalmış olsa da okumaktan keyif aldım. Hayat da öyle değil midir, hep bir şeyler eksik ve tamamlanmamış kalacak…

Kitabın müziği mi ? Tabii ki Beethoven - Arşidük Üçlüsü , daha önce hiç dinlememiştim, klasik müziğe çok çok fazla ilgim olmasına rağmen.

Haruki Murakami bir daha okur muyum bilemiyorum, sanki okumam gibi geliyor şu anda, yine de onu tanımak güzeldi, hayal gücüne hayran kaldığımı söyleyemeden noktalayamıyorum bu kitap incelememi, ben de Yazara katılıyorum “ hayal gücünden eksik insanlar, boş insanlar” oldukları konusunda. Murakami’nin bu tavsiyesini sevdim, benimsedim ve satırlarımı okuyanlarla paylaşıyorum ; “Kendine güven. Soluklarını düzenle, kafanı düzgün çalıştır. Bunu yapabilirsen sorun kalmaz. Ama çok temkinli olmalısın.”

28 Ağustos 2016 Bursa

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder