18 Kasım 2015 tarihinde , Yanlış Numara roman hakkında düşüncelerimi yazdıktan sonra bu notu düşmüşüm kendime ; “Umarım tekrar Michael Connelly ile başka bir kitap okur macerasında buluşurum, Harry Bosch'u merak etmedim desem yalan olur.”
Kitap araştırma süreci benim için çok heyecanlıdır, bir kitabın peşine sürüklenebilmekten müthiş haz alıyorum, o yüzden tanımadığım kitaplar hakkında yorumlar okumayı seviyorum. Ve bazan bu yorumlardan yola çıkarak, çok sık olduğunu söyleyemem, beni, bir kitap veya yazar cezp edebiliyor ve ben düşüyorum onun peşine. Bu sürüklemenin şiddetleri var elbette, gülüyorum… O sürükleyişin nedenini tam bilmiyorum, aşk gibi sanırım…Hayal kırıklığı yaşamışlıklarım da var tabii, hem de çoğunlukta, fakat yeni bir kitapla buluşmayı, elime almayı, varsa ön sözü ya da yazarla ilgili bilgiyi, ilk cümlesini okumayı seviyorum ve böyle anlarımı çoğaltmaya çalışıyorum.
Michael Connelly’yi bir kitap okur sitesi sayesinde tanıdım ve Kasım 2015 yılında ilk romanını okudum, yani Yazarla tanışmış oldum. İlk tanışma önemli, gülüyorum , ben bu kitap günlüğümün sayfalarını yazarken çok eğleniyorum, çünkü bazan bu ilk buluşmadan sonra, elim bir daha o yazara hiç gitmiyor, bazan ise ikinci şans tanıyabiliyorum, bu durum o anki ruh hallerime göre değişiyor. Bir insanı ilah gibi görmek benim sinirime dokunuyor, çok iyi şarkı söyleyebilir, çok iyi yazar olabilir, çok iyi siyasetçi olabilir, daha akıllı, daha güzel olabilir, daha üstün yeteneklere sahip olabilir, fakat sonuçta bir insandır ve ben hiçbir insan başka bir insanı küçümsemesine tahammül edemiyorum, sevmek veya sevmemek başka bir şey, onu küçük görmek başka, belki ben sıradan birisi olduğum için böyle düşünüyorum, bilmiyorum…Ah bu sözler de nereden çıktı, sanırım kendimde, bazı yazarlara, ikinci şans tanıma cüreti bulduğumdan.
Michael Connelly’i ilk buluşmamızda sevmiştim ve onun yarattığı Harry Bosch kahramanı tanımak istediğimden söz etmişim, çünkü Yazarı araştırırken bu roman kahramanın ismine rastlamıştım. Bu ilk karşılaşma için roman seçmeye sıra gelince tam bir karmaşa içinde buldum kendimi, serinin kitaplarındaki yayımlama sırasında sorun vardı. Uzun çabalar sonucunda, gülüyorum, söz konusu serinin ilk kitabı TUNEL FARELERİ olduğunu öğrendim ve oradan başlamam gerektiğine karar verdim, yoksa romanın adı pek hoş gelmemişti. Yeri gelmişken küçük bir bilgiyi paylaşmak istiyorum, öğrendiklerime göre bu seri on dokuz ( 19 ) kitaptan oluşuyor ve yanılmıyorsam ülkemizde ikisi hariç diğerleri tercüme edilmiştir. Tünel Fareleri 1992 yılında yayımlanmış ve yanlış öğrenmediysem, Yazarın ilk romanıdır, ayrıca bu romanıyla Edgar Ödülü’nü kazanmıştır.
Tünel Fareler’ni devredeli aylar geçti, fakat bir türlü vakit ayırıp kitap hakkında yazamadım. Aradan zaman geçince kitap hakkında düşüncelerimi toparlamak bir taraftan zorlaşsa da, bir taraftan bazı ayrıntıları anımsamak güzel olabiliyor… Hieronymus Bosch’la (Harry Bosch)tanışmak ilginçti, bu kahramanı sevebileceğimi hissetmiştim ve yanılmadım. Kahramanı tanımakla kalmadım, aynı ismi taşıyan on beşinci yüzyıla ait Hollandalı bir Ressamla da yolum kesişmiş oldu roman sayesinde ve daha önce hiç duymadığım ve görmediğim bir tabloyu nette incelemiş oldum. Üç ayrı parça halinde 2,2 m x 3,89 m boyutlarında Zevk Bahçesi adındaki bu dev tablo 1939'dan beri Madrid'deki Prado Müzesi'nde bulunduğunu öğrendim. Artık Madrid’de bir hedefim var diyorum ve gülüyorum…
Kitap okurken böyle küçük keşifler yapmaya bayılıyorum ve bu yüzden Michael Connelly’yi kutluyorum.
Sadece bunun için kutlamıyorum gayet tabii, çok katmanlı karakterler yaratma becerisi için ve onları inandırıcı bireyler olarak geliştirebildiği için, gerçekçi diyaloglar yazabildiği için, sağlam bir kurgu oluşturduğu için, gizemli ve karmaşık bir suç üzerine kurduğu hikayesi için, Hollywood ve Beverly Hills'i harika anlatabildiği için, Vietnam Savaşı ve "tünel fareleri" hakkında arka plan bilgisi verdiği için ve bana nostaljik anlar yaşattığı için...
Hikaye, Vietnam'daki savaş zamanında Bosch'un biriminde olan bir askerin, yıllar sonra ölü bulunmasıyla başlıyor. Bu ölüm vakası kısa zaman önce çözülmemiş, çetrefilli bir banka soygunu ile bağlantılı olabileceği anlaşılır. Bosch’a soruşturmalarında yardımcı olmak üzere , FBI tarafından, sert, esrarengiz ve tabii ki güzel ajan Eleanor Wish görevlendirilir. Yavaş yavaş bağlantılar açığa çıkar ve sonunda tüm gizem ve iç içe girmiş suçlar çözülür. Küçük ip uçlarını, her ayrıntıyı ve şüpheli anları neredeyse mükemmel işleyebilmiş Connelly ve türü için son derece güzel bir roman çıkmış ortaya, bana göre.
Kitap bana nostaljik anları, ankesörlü telefonların, daktiloların hatırlatmasıyla yaşattı, roman ilk olarak 1992 yılında yayımlandığından, günümüze kadar teknolojinin nasıl hızla geliştiğini bir kez daha çarpıcı şekilde hatırlatmış oldu.
Burası benim kitap günlüğüm, fakat sadece okuduklarımın bana neler düşündürdüğünü veya hissettirdiğini hakkında yazmak istemiyorum, kısaca o kitabın bana eşlik ettiği dönemde yaşadıklarımı da kendim için not etmek istiyorum. Bundan sonrasını, sadece kitap hakkında bilgi edinmek isteyenler okumayabilirler, gülüyorum…Mesela kitabın bana hatırlattığı müzik The Cigarette Duet – Princess Chelsea, ya da tam tersi bu şarkıyı radyoda ( veya başka bir yerde ) dinlediğimde, romanın kahramanları canlanıyor dimağımda.Bu şarkıyı, kitabın sayfaları içinde not etmişim, not etmeseymişim unuturdum ve şu an bu satırları yazarken yine bu şarkıyı dinliyorum…
Okuduğum kitapları yanımdan ayırmadığım için o an yaşadıklarımın sessiz şahitleridir. Çocukluğumdan bu yana, okuma yazmayı söktüğümden bu yana daha doğrusu, hep çok oluşturmak istediğim günlük, okuduğum kitapların arasında gizli, gülüyorum, günlüğüm küçük hatırlatmalardan ibaret ve bu incelemeler, sayesinde gün yüzü buluyorlar : )
Tünel Fareleri, otuz (30 yıl ) hiç görmediğim üniversite arkadaşlarımla buluştuğumda yanımda olan kitaptı. Sayfaların içinden tam tarihi hatırlamış oldum, 3 Haziran 2017, Bulgaristan, Filibe’de gerçekleşti toplantımız, Dünyanın her bir yanına serpilmiş olan bizler, gelişen teknoloji sayesinde buluşmayı gerçekleştirebildik. Facebook’ta kurduğumuz grup yardımıyla, Avustralya’dan Beti, Kanada’dan Mitko, Almanya’dan Nayden, İngiltere’den Petar, Türkiye’den ben ve tabii ki Bulgaristan’da kalan arkadaşlar, yaklaşık 30 kişi müthiş bir organizasyonla buluşmayı başarabildik. Bazı arkadaşlarımı tanımakta zorluk çektim, ama gözler var ya, gözler yine bir süre sonra ip ucu verebiliyor…Çok eğlendik, çok güzel bir geceydi, hiç uyumadak, anlatılacak o kadar çok şey vardı ki…İnsanlar yaş aldıkça daha mı iyi oluyorlar ne, düşüncesi sısk sık geşti aklımdan, otuz yıl öncesini ile kıyaslayınca…
Harry Bosch’la bir daha buluşur muyum bilmiyorum, pek sanmıyorumi, yine de kısmet diyorum ve onun bir sözüyle bu uzun güncemi noktalıyorum.
” Bazan insanlar,olaylar ve gözle görünmeyen güçler, bir şekilde birbirlerini bulur. Ben buna inanıyorum.”
Hamiş: Harry Bosch’un çok sevdiği ve kendini adeta içinde gördüğü tablo, Edward Hopper’in, Gece Şahinleri.
Sonny Rollins, Frank Morgan ve Branford Marsalis , kahramanımızın en çok sevdiği saksafon ustaları, bir gün dinlerim diye buraya not düşüyorum... Küçük oğluşum tam bir jazz tutkunu, piyanosunda icra ediyor aynı zamanda, ben de belki severim bir gün…
8 Ekim 2017
Bursa
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder