28 Ocak 2013 Pazartesi

ÇİÇEKLERİN KANI - ANİTA AMİRREZVANİ

22 Temmuz 2012 Pazar




"Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde..."

Duyduğum en güzel masallar böyle başlıyordu... Bana en çok masal okuyan ve anlatan dedem ve annem olmuştur. Hafızamda, çocukluğumdan en belirgin kalan masal kitaplardan birisinde, altın yaldızlı Türkçe harflerle, Türk Halk Masalları, yazıyordu. Bu kitap bana gizemli geliyordu çünkü o zamanlar Latin harflerini henüz tanımıyordum. İçindeki siyah beyaz resimler değişik kültürü anlatıyordu, kızların ve erkeklerin kıyafetleri farklıydı. Erkeklerin başlarında sarıklar, kızların üzerinde ise geleneksel şalvarlar vardı.O kitaptan, bana, okunan masallar, çok çok güzel geliyordu, çünkü o zamana kadar duyduğum tüm masallardan daha farklıydı. ( 1950 - 1955 yılları arasında Bulgaristan'da yaşayan Türk azınlıklara yönelik, Türkçe yayımlar yapılıyormuş. Bizim ev kitaplığımızda oldukça fazla Bulgaristan'da basılmış Türkçe kitaplar vardı ve bu masal kitabı onlardan birisiydi.)

18 Temmuz 2012 tarihinde devrettiğim Çiçeklerin Kanı adlı roman, bana çocukluğumdaki bu masal kitabını hatırlattı. Neden mi ? Romanın içinde serpiştirilmiş İran halk masalları vardı ve her ne kadar çocukluğumda bana okunan masallar kadar güzel bulamasam da, romanın içindeki bu masallar, kurguya hareket vermişler ve İran'nın zengin kültür mirası hakkında ışık tutmuşlardır.

Kitap 17. yüzyıl İran'nın kültürü hakkında pek çok bilgi içeriyor.İsfahan'daki hareketli yaşam, geleneksel yemekler, giyimler, iklim, binaların mimarisi, hamamlar, pazarlar, çarşılar, halı tasarımı ve imalatı, farklı sosyal gruplarların yaşantısı ve muta evliliği gibi konular hakkında bilgi sahibi oldum.

Anita Amirrezvani 14 yaşındayken, babası ona bir İran halısı hediye eder. Bu halının tasarımını yapan ve dokuyan insanların hayatlarını merak ve hayal etmeye başlar genç Anita. O zaman konuyu işleyen bir hikayenin tohumları atılmış oluyor. Daha sonra, dokuz yıl süren araştırmalar sonucunda, Çiçeklerin Kanı romanı ortaya çıkıyor.

Netten ulaşabildiği kısa biyografik bilgileri paylaşıyorum. Anita Amirrezvani, Litvanyalı- Amerikalı bir anne ve İranlı bir babanın kızı olarak, 13 Kasım 1961 yılında Tahran'da dünyaya gelmiş. Annesi genç yaşında Litvanya'dan ABD'ye göç etmiş. 1950 yılların sonunda Miami Üniversitesinde, İnşaat mühendisliği öğrenimi gören İranlı bir adamla ( Yazarın babası ) tanışmış. Daha sonra bu iki genç, İran'da evlenmiş ve kızları Tahran'da doğmuş. Anita Amirrezvani iki buçuk yaşındayken, annesi ve babası boşanmışlar ve kız annesiyle birlikte ABD gitmiş. Orada sadece annesi ve teyzesinden oluşan küçücük bir ailede yetişmiş. On dört yaşındayken Tahran'a gelmiş ve babasının kocaman ailesini tanımış;iki üvey kardeşini, amcasının çocukları ve diğer kuzenleri. Yazar İran'dan çok etkilenmiş ve eğitimini Tahran üniversitesinde sürdürmeyi karar vermiş, ancak 1978 yılı devriminden sonra, zorunlu olarak tekrar Amerika'ya dönmüş ve sanat eğitimini California Berkeley Üniversitesinde tamamlanmış. Yazar halen San Francisco şehrinde yaşıyor. Uzun yıllar dans eleştirmenliği yapmış, şimdilerde ise roman yazarı olarak hayatına devam ediyor.
Romanın anlatıcısı, ismi açıklanmayan genç bir kız. Babasının ani ölümünden sonra, kız ve annesi için sefil günler başlıyor, köylerini terk etmek zorunda kalıyorlar ve İsfahan'da yaşayan üvey zengin amca Gostaham'ın yanında sığınıyorlar.Amca, Şah'ın halı atölyesinde başarılı bir halı tasarımcısı ve yöneticisi.Karısı Gordiye, anne kızın, gelişinden rahatsız olur , onları hizmetçi olarak evine kabul eder ve sığıntı olduklarını hatırlatmak için hiç fırsat kaçırmaz. Oysa genç kız yetenekli bir halı tasarımcısı ve dokuyucusudur ve bu yolda kendisini geliştirmek için amcasından yardım ister. Gostaham, kızın öğrenme arzusuna karşı, kayıtsız kalmaz ve ona halı tasarımı hakkında eğitim vermeyi kabul eder. Kızın bu konuda çok yetenekli olduğunu kısa süre içinde fark eder, öğrenme azmini ve kusursuz küçük çizimlerini takdir eder ve ödül olarak ona bir kalem hediye eder.… "bir tüyden az daha ağır olmasına karşın, bu hediye, benim için altın değerindeydi "diyor genç kız.
Kızın, halı konusundaki küçük başarıları, amcasının karısı Gordiye tarafından, hiç de hoş karşılanmaz fakat. Her masalda olduğu gibi, kötü kalpli cadılar var ya, işte o cadılardan birisidir Gordiye...Bencil, gözünü para hırsı boyamış, zavallı bir insancık. Her masalda cadılar vardır, ama dürüst, iyi kalpli , haksızlıklara uğrayan birer masum da vardır...İşte o masumlardan birisi de romanın adsız kahramanıdır. Kızın başından, kendisi sorumlusu olmadığı halde, bir dizi talihsiz olay geçiyor. Annesi, Gordiye'nin tetiklemesiyle, zor bir karar alıyor ve kızına, zengin bir adamdan gelen, geçici evlilik teklifini, mutayı, kabul ettiriyor. Başlangıçta, kız yaptığı evliliğin tamamen cinsel ilişki olduğunu tam olarak farkında değil. Daha sonra, mutayı, kalıcı evliliğe dönüştürme umuduna kapılır ve zengin, kibirli kocası için ilginç bir cilve oyununa girer. Devamında, kocasının bir zevk oyuncağı olduğunun farkına varır."Şimdi anlıyordum ki, benim gibi fakir köylü kızlarının, tek misyonu, zenginlerin ayaklarının altına yayılacak kadife halılar gibi, kendilerini, onlara adamaktı." Kız, bu gerçeği, gecenin içinde, kollarını vücuduna dolamış, kendine sarılmış, sözleşmeli kocasının, yatağının yarısında, kendine bir alan yaratamayacağını anlıyor.

Kahramanımız, her şeye rağmen, yaptığı hatalardan ve aldığı derslerle
17. yüzyıl Isfahan'da gelişen halı endüstrisine, bir kadın olarak, karşı koyma cesaretini gösterir ( halı dokuma atölyeyelerinde sadece erkeklerin çalıştığı dönem) ve annesiyle birlikte, kendilerine yeni bir hayat inşa eder. Çok genel hatlarıyla, hikaye bu; fedakarlığın, mutluluğun ve öz-değerin keşfini anlatan duygusal bir yolculuk.
Anlatım şeklini ben beğendim, her ne kadar, birinci şahıs tarafından anlatılan romanları daha kolay ve basit kabul etmiş olsam da. Anita Amirrezvani dilini zarif buldum. Anlatım net ve son derece basitti. Bir kurgu olmasına rağmen, roman kahramanları çok gerçekçiydi, adeta hayattan alma karakterler ve tarifleri çok başarılıydı, bu yüzden romanı şeffaf olarak tarif edebilirim. Roman, dönemin sosyal yapısı hakkında geniş kapsamlı görüntü çiziyor. Anlatancının ağzından, yoksul işçilerin yaşadığı gecekonduları, varlıklı ailelerin evlerinde yaşam deneyimleri ve sokakta bir dilencinin yaşadıklarını, öğreniyoruz. Ayrıca, daha önce hiç duymadığım muta (geçici evlilik) hakkında bilgi sahibi oldum.

Romanda, kadınlar, erkekler ve daha doğrusu insanlar ve aralarındaki ilişkiler başarılı tarif edilmiş .Roman karakterleri içinde bana göre cazip insanlar vardı. Gostaham nazik, işinde başarılı ve yetenekli bir tasarımcı, ancak karısının boyunduruğu altında yaşamaktadır. " Bir halı ustası olarak büyük bir dehaydı, ama bir koca olarak yeni doğmuş bir kuzudan farksızdı" .Karılarının boyunduruğu altından yaşayan erkeleri her zaman çok aciz olduklarını düşünmüşümdür, adeta yeni doğmuş kuzular kadar güçsüz. Gordiye ve Gostaham bana öylesine tanıdık geldiler ki, ailemde dahi, çok yakın örneklerini tanıdım. Ben de tıpkı anlatıcı kız gibi şaşırıyordum ;" Kocasını kendisine , ateşe tutsak bir pervane gibi bağlamak için ne yapıyordu bu kadın? :Dışarıdan bakıldığında, bunu sağlamak için elindeki malzeme gayet kısıtlı görünüyordu; suratı pişmemiş ekmek hamuru gibi yumuk yumuk, vücudu himbıl ve ağır, etleri topak topak ve sarkıktı.Üstelik sık sık sert bir dille konuşur, özellikle de para konusunda çekilmez olurdu".
Yazarın anlattıklarından da anlamış olduğum gibi Gostaham, karısına duyduğu sevgi değil, sadece garip, aciz bir bağlılık, hatta korku. Anlatıcı kız, amcasının ve karısının ilişkisi fonunda, kendi anne babasının arasında yaşananları anlattığında, sevginin gerçek anlamını çok net ortaya koyuyor.
Romanda en itici karakter bana göre, Gordiye’di. Sadece kendi çıkarlarını düşünen bencil bir insancık. Kocasıyla, cinsel ilişkiye girmeyi bile, sadece çıkarları olduğunda kabul etmeye tenezzül eden zavallı birisi. Böyle annenin kızları da , kendisinden pek farklı olamaz elbette ki, ne okuma yazmayı öğrenmeye heves etmişler ne de babalarından halı tasarımına ilgi duymuşlar;” Mirbanu, üzerinde giydiği safranla boyanmış ipek tunik, ellerinin üzerinde de kınayla yaptığı, o günün modası yaşam ağacı motifi işlenmiş her ne kadar zarif görünüyor olsa da;" Kadının hayatının ne denli boş zamanla dolu olduğunu ve bütün bu zamanı ne kadar boş geçirdiğini anlayabiliyordum".

Anita Amirrezvani arkadaşlık konusunu da işliyor romanında. Nahide ve köylü kızımızın arasındaki yaşananlar…Romanı okumak isteyenleri düşünerek, bu konuya girmek istemiyorum, çünkü romanda bu ilişki bağlama noktasıdır.

Roman, o dönemin kadınlarının özgürlükleri, erkeklere göre , sınırlı olduğu vurgulanmış.
Şah'ın gözdesi olan Meryem'n hayatını şöyle özetliyor Yazar;
" Şu karşıdaki küçük üç kemerli köprüye kadar bile yürüyüp, manzaranın keyfini çıkarması, ya da yağmurlu bir akşamda dışarı çıkıp yürümesi mümkün değildi. Benim yaptığım hataların hiçbirini yapamaz, hata yaparsa da telafi edemezdi. Müthiş lüksün içinde uyuşmuş kalmış, dünyanın en mükemmel hapishanede mahkûm olarak yaşamaya yazgılanmıştı."

İnsanın çevresinde onu sevenlerin olduğunu bilmek harika bir duygudur. Ben de zaman zaman, okuduğum kitapların bana hissettirdiklerini yazmak için bilgisayarımın başına geçtiğimde tıpkı romandaki kız gibi hissettiğim çok olmuştur."Çevremde sıcakkanlı ve iyi yürekli insanların olduğunu bilerek, yapayalnız kalabilmenin keyfini sürmüştüm."

Romanın sonunu aşırı ani buldum, ilk önce okuduğum nüshada eksik sayfa olduğunu bile düşündüm. Anlatıcının hayatı hakkında biraz daha çok şeyler öğrenmek isterdim, oysa roman yazarın kendi kurguladığı bir masalla son buluyor.

Benim de bir kitap okur maceram daha sona erdi... Güzel bir roman okumanın mutluluğu ile yoluma devam ediyorum.

" Az gitti uz gitti dere tepe düz gitti..." dedemin sesini duyar gibi oldum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder