12 Haziran 2012 Salı
Mutluluk , Zülfü Livaneli 'den
okuduğum ilk roman. Kitap hakkında düşüncelerimi ve bana hissettiklerini 22
Temmuz 2008 tarihinde kaleme almışım.Neredeyse dört yıl önce.
Uzun zaman olmuştu yazdıklarımı
okumayalı. Dün bir vesileyle okudum ve itiraf etmeliyim ki hoşuma gitti kendi
yazdıklarımı okumak. Öyle çok kayda değer şeyler yazdığım için değil, sanki
yıllar önce kendime yazılmış bir mektubun satırlarını okuyormuşum hissine
kapıldım.
Romanın kahramanlarını, konusunu
hatırlamış oldum ve kendimi manen zenginleşmiş hissettim.İşte bu yüzden
seviyorum buradaki sayfamı.
Ömrüm olursa, elbette ki, belki
bugün yazdığım şu satırları, yine gelecekte okurum, ben zaten öncelikle kendim
için yazıyorum ve Z. Livaneli'nin dediği gibi, kısa ömrümde, yaşamla arama derin
bir kültür boyutu kattığımı hissediyorum.
Zülfü Livaneli bir Yazar olarak,
uzun zaman, kitaplığımda yer edinememişti. Sebepsiz uzak duruyordum
kitaplarından.
Daha çok bir bestekar olarak
tanımıştım kendisini. Hatta yorumcudan önce iyi bir bestekar...
Yine de Türk yazarlarını tanımak
istediğim için, Mutluluk, romanını edinmiştim. Günümüzde yaşayan yazarlar,
paylaştığımız aynı coğrafyada, eş zamanda, aynı gelenekler, aynı sorunlar,
mücadele ve kültürü açısından benim ilgi alanımda yer alıyorlar. Elbette ki bir
roman sever olarak, son yazdıklarım , sadece Türk yazarları için geçerli değil.
Aynı zamanda, paylaştığımız bu mavi
gezegenin her köşesinden yazarları, farklı kültürleri de tanımaktan haz
alıyorum. Ama tabii ki bir romanı yazıldığı orijinal dilinde okumak çok farklı
olduğunu düşünmüşümdür daima. Çünkü tercümelerde, bazan, çevirmenin yorumu veya
onun algıladığı şekilde metinler aktarılabiliyor biz okurlara.
Temmuz 2008 yazmış olduğum notları,
tekrar bir vesileyle okuduğumdan söz ettim biraz önce. Evet, okumama vesile
olan, internetin olmazsa olmaz simgesi bu küçücük işaret " @
"
Hep hoşuma gitmişti bu işaret,
değişik, yeni, estetik...
Fakat aklıma gelmemişti araştırmak,
nereden ve nasıl gelmiş günümüze. Birisinden, okunuşunu "et" olarak duymuştum ve
elektronik posta adresimi kodlarken " et" olarak söz ediyor
oldum.
Bulgar bir arkadaşım elektronik
posta adresini verirken, " @" simgesi için, maymun " a", demişti ve ben
kahkahalarla güldüğümü hatırladım bu satırları yazarken. Bulgaristan'da halk
arasında bu simgenin adı da böylesine değişik ve
komik...
Türkiye’de, “@” - kuyruklu "a" söylendiğini duymuştum.
Z. Livaneli benden daha meraklı
olduğu için bu simgenin günümüze nasıl geldiğini araştırmış ve aşağıda linkini
verdiğim, Edebiyat ve @ işareti, yazısında, anlatmış. Ben yazıyı keyifle okudum
ve Livaneli'ye, her ne kadar bu yazımdan haberdar olamayacaksa da en içten
teşekkür etmek istedim. "@" işareti amforanın simgesi olduğunu öğrendim. Bir şey
daha öğrendim, amforanın, Türkçesi " sebû" olduğunu... Yazıdan küçük bir alıntı
yapıyorum; "Dil kuyumcusu, büyük şair
Yahya Kemal de çok seviyor bu kelimeyi. “Ne güzel kelime” diyor, “Sebû. Bûse’nin
de tersi.”
Hakikaten de çok güzel bir kelime,
hoş bir dil müziğine sahip. Testi ve ibrik sözcüklerini duymuştum, rahmetli
babaanneciğimden, ama "sebû" sözcüğüyle ilk kez karşılaştım. Bu söz beni
heyecanlandırdı, öğrendiğim her yeni Türkçe sözcüğü, bana tarifsiz bir heyecan
yaşatıyor. Tüm kalbimle Z. Livaneli'ye katılıyorum; "…insan yaşamı ancak kültürle derinleşir,
boyutlanır, tatlanır.Biyolojik yaşam süreçlerine ve kısacık insan ömürlerine bir
anlam katan boyut kültürdür." Belki de duyduğum heyecanın nedeni daha önce
ifade edemediğim, ama benliğimin derinliklerinde hissettiğim bu sözlerde
gizli.
Sebû...
Evet, Z. Livaneli'yle aynı düşünüyorum, keşke biz de batılılar gibi kendi kültür geçmişine sahip çıkan insanlar olsaydık da interneti öğrendiğimiz zaman “@” işaretine “sebû” deseydik.
Bundan sonra her elektronik posta
adresimi verirken, sebû sözcüğünü hatırlarım, çok sevdim ben bu sözü, hem bûse
sözcüğünün tersi...Bûse de çok güzel bir söz zaten, eylemi de çok
güzel.
Muzipliklerim üstümdeyken, belki
elektronik posta adresimi verirken, "et" yerine, melodik bir " sebû" derim ve
karşımdaki insanın şaşkınlığı ile eğlenirim...Kim bilir!
Bu sayfalarımda, mutlaka bir kitap
hakkında yazmak istiyorum. Bugün sırada Mutluluk var... Daha önce yazdıklarımdan
kısa bir alıntı paylaşıyorum.
Mutluluk romanını, yazımın başında söz ettiğim gibi, sevebileceğimden kuşku dolu başladım okumaya ve çok çok karmaşık duygular içinde devrettim;
Zaman, zaman daraldım sonra tebessüm ettim, şaşırdım, hüzünlendim, kaygılandım, tarifsiz acı hissettim, kahkahalarla güldüm, kızdım hem de çok, ama bütün bu duygularla birlikte Yazarın üslubuna hayran kaldım.
Daraldım, “Gabar dağlarında kar altındaki tepenin eteklerine kurulmuş askeri karakolda” yaşananları okurken. Çocuklarımı, çocuklarımızı nasıl askere göndereceğiz!
Tebessüm ettim, Yazarın ”İstanbul’da “elit” denilen parası bol ama yaşam kültürü bakımından lumpen acayip bir kesimini” anlatırken.
Şaşırdım, Doğuda gençlerin ilk cinsel denemelerini okurken. Bu nasıl olur?
Hüzünlendim, bir gencecik, daha çocuk sayılacak yaşta bir kızın hikayesiyle. Önce aile içinde iğrenç ve korkunç şiddet, sonra trende yaşadıkları.
Kaygılandım geleceğimiz için. İçimdeki tüm korkuları bir, bir anlatmış Yazarımız.
Acı, evet tarifsiz bir acı, ülkemiz ile ilgili kabul etmek istemediğimiz çarpıcı gerçekleri bir daha okumak bana acı hissettirdi.
Kahkahalarla güldüm; çok güzel iki fıkra vardı, sonra Saf Gelin Hikayesi, ilk defa okudum, çok komikti. Rus kızlar –Limon suyu – AIDS bu üçlüye de çok güldüm bir taraftan da ağlasam mı acaba diye kendi kendime sordum. Sonra da bir “Absurd Tiyatro” sahnesi vardı, gerçekten çok hoştu, ülkemizin trajikomik hallerinden .
Türkçe okumanın, ayrıcalığı beni etkisi altına aldı. Yazarımızın üslubunu çok beğendim ve anlatıma hayran kaldım.
Z. Livaneli 'nin , Türkiye hakkındaki düşünceleri ile kitap hakkında yazdıklarımı noktalıyorum:
“ garip, şaşırtıcı, çılgın, hüzünlü ve çelişkilerle dolu bir ülke”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder